On Üçüncü Bölüm

646 31 0
                                    

Bu bir süre sadece bakışlarla konuşulan bir hayat oldu. Sanki kalpler bütün söylemek istediklerini, Suad'ın arzularını, emirlerini, Necib'in şükran ve tapınışını anlatmak için yaşayan bu gözler, sadece kendilerinin anlayacakları manalarla sonsuz parlaklıklar oluşturdu. Necib, hiçbir şey söylemeyecek kadar güçsüz, mutluluktan boğularak sadece boyun eğiyor, büyülü bir rüyadaymış gibi sadece çekiciliğine teslim olarak gidiyordu. Suad'ın öyle zamanlarda öyle bakışları oluyordu ki, bu ona yeniden bir hayat verilmiş gibi mutluluk veriyordu. Konuşurken, gezerken, giderken, dönerken, bu hayata kuvvet ve hırs ile sarılmak arzusunu veren bakışlarla kendinden geçiyordu. Veda edip oradan ayrıldığı zaman öbür güne kadar gömüldüğü karanlıkta bir rehber, bir teselliyet nuru ve kuvvet oluyordu. Her an insanı mutluluğuna inandırmayan, her an bunun bir rüya, bir yanılma olduğunu zannettiren bir uçuculuk vardı ki, bazen ümit ve hayalle ateşli bir heyecan, hemen şüpheye teslim olacak bir heyecan oluyor, fakat sonunda kavuşmaya bedel bir mutluluk ve ferahlık veren küçük bir gülümseme, belki manasız, salt bir tebessüm hepsini yok edip sadece kendi hüküm sürüyordu.

Ah, bu bakışların bazen nasıl manaları, nasıl incelikleri, nasıl renkleri vardı. Ne ifade edilemeyen, anlaşılması mümkün olmayan şiirleri, insanı nasıl birden mutluluk semasına kavuşturan renkleri vardı. Bazen derin, siyah, vakur sustuğu olurdu; o sustukça adeta ölürdü. Sonra bir rica nuru ile titreyerek, merhamet isteyen perişan bir bakışla bakakalırdı. Bazen hükmeder, emreder, sonra dost olur, hoşnuttur bazen, lütufkârdır zaman zaman vaatler verir, sonra, "Evet, peki!" derdi. Bazen sadece: "Seviyorum ve mutluyum!" derdi, sonra karşısında şuh bir kadın olduğundan şüpheyle bakar, bir zaman sonra mahmur ve sarhoş, bir sonrasında teşekkürlerle... Ah, bu bakışlar ona ne mutluluklar veriyordu. Henüz meydana çıkıp da açacağına, mutlu olacağına, uzun bir ömrü olacağına inanamayan bir gonca hayali gibi zayıf ve ince bir mutluluk...

Ve Suad'ı öncekinden çok kadınlığına, süsüne özenli görüyor, onun daha güzel, daha zarif olmaya dikkat ettiğini hem de bunları sade kendisi için yaptığını anladıkça çıldırırcasına bir duyguyla: "Hep benim için yapıyor, ah seviyor yarabbim, ne kadar seviyor ne kadar." diye haykıracağı geliyordu. Kadınlığın bütün aletlerine, bütün silahlarına bağlanmış, büyülenmiş, kendini kaybetmişti.

Sık sık Yenimahalle'ye gidiyor, bazen yemeğe kalıyor, bazen gezmeye çıkıyorlar, sonra yalnız dönüyordu. Bir gün otelde öğle yemeğini yedikten sonra bir vapura atlayıp oraya gittiği zaman Suad'ı yalnız buldu. Süreyya, on bir vapuruyla İstanbul'a inmişti. O zaman orada yalnız oturmaktan çekinerek ve dönmek de istemeyerek tereddüt etti. Fakat Suad, birden saldıran heyecanından sonraki durgunlukla: "Fakat hemen gelecek sekiz buçuk vapuruna yetişecekti." dedi. Kendinin gitmesini istemediğini görerek Necib hâlinden memnun, sakin davranıyordu. Ama yine de bir gariplik vardı; sanki birbirlerine yabancılarmış, sanki birbirlerini ilk defa görüyorlarmış gibi çekiniyorlardı. Birbirlerinden ve sonra başkalarından korkuyorlardı. Suad, Behice Dadı'yı ısrarla yanına çağırıyor, o gitmek isterse telâşlanıyor, yalnız kalmaktan korkarak, titreyerek susuluyor, söz bulunmuyor; hatta birbirlerine bakamıyorlardı.

Fakat sonra giderek alıştılar, son on günün bütün bakışlarından, manalarından arınmış, sade düz bir şekilde konuştukları bile oldu. Sanki aralarında hiçbir şey geçmemiş gibi görünüyor adeta birbirlerini aldatıyorlardı. Hava, cesaret edilip çıkılamayacak bir ekim ayı havasıydı. Keskin bir rüzgâr esiyor, güneş oraya buraya yığılmış bulut kümelerinden kurtulup sürekli sıcaklık yayamıyordu. Ve burada, denizin karşısında, o kadar zaman Suad'ı o kadar istediği bu odada, böyle yalnız kalbinde sevilmek güveni, sevmek ateşi varken sakinlikte ve telâşta büyük bir zevk buluyordu. Oynadıkları komedinin heyecanıyla bayılarak, kendilerinden bile gizlemek istiyorlarmış gibi söz söylemekten, bakmaktan korkarak, fakat bu herkesten gizli şerefli mutluluklarını böyle kuru ve var hissederek kaldıkça bir müddet, Suad büsbütün kendininmiş kuruntusuna daldı...

EylülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin