Bölüm 6

29 6 0
                                    


Ablamın oturmamı işaret ettikten sonra aç olduğuma emin olduğunu söyleyip yemek yememi istemesinin ardından dediğini ikiletmeden masaya oturup yemeğime başladım. Onun karşıma oturmadan önce taze sıkılmış portakal suyunu tabağımın yanına koyma anında bir an yediğim lokmanın boğazımda kalacağını düşündüm. Ablamın yapmasına imkân olmayan şeyler art arda gerçekleşirken bir gün içinde ikinci kez uyanık olmadığımı düşündüm. Lakin ablam karşımda gayet gerçek olacak bir şekilde oturduğundan ayık olduğuma inandım. Onun sakinliğinin nedenini anlama konusunda başarılı olamayacağımı bildiğimden düşünmemeye ve yemeğime odaklanmaya çalışmaya karar verdim. Çünkü onun benden nefret etmesine bile bir neden bulamamışken iyi davranmasına asla bir anlam veremezdim. Bunu dünya üzerinde herhangi bir mucize gerçekleştiremezdi.

Yemeğimi bitirene kadar tek bir kelime etmemizin ardında boğazını temizlediğini duyduğumda kafamı kaldırdım. Hayatım boyunca ailem için önem arz etmemiş ve varlığım ile yokluğum fark yaratmamıştı. Yine de benim onlarla yaşadığım bir gerçekti ve en azami düzeyde bir ilişkimiz vardı. Her şeye rağmen sevdiğimiz şeyleri bilir, birlikte aktiviteler yapardık. İki ağabeyim ve küçük ablamda büyük bir yakınlık göstermese de aile olduğumuzun farkındaydı. Yakından ne kadar gevşek bağlarımız daha doğrusu benim onlarla gevşek bağım olduğu anlaşılsa da uzaktan bakıldığında asla bu fark edilmezdi. Fakat diğerleri ile bir nebze daha iyi bağlarım olsa da Melike ile olan bağım yokluğa en yakın olan şeydi. Birbirimiz hakkında yani aslında onun benim hakkımda hiçbir şey bilmediğini, bilmek istemediğini düşünürdüm. Ama o anda, en azından en sevdiğim içeceği bildiğini öğrenmiştim. Asla ona karşı yok olmamış sevgimle benim hakkımda başka neleri bildiğini merak etmeye dahi başlamıştım. Tabii bunun boş bir umut olacağını ve sadece tesadüf eseri hazırlamış olduğunu da düşünmeden edemiyordum. Sonuçta yeğenlerimde aynı şeyi seviyordu. Üzerime alınmamı gerektirecek herhangi durum yoktu.

Melike her zamankinin aksine oldukça sakin ve kısa bir konuşma yaparken sadece onu onaylamakla yetinebilmiştim. Dönem sonuna kadar ve hatta sonrasında da evde kalmamı istediğini söylediğinde kulaklarıma inanamamış olsam da herhangi bir tepki vermeden onu dinlemeye devam etmiştim. Birlikte yaşama kurallarımız olmasını, okuldan sonra uygun olduğum zamanlarda çocuklarla zaman geçirmem söyledikleri arasında en çok önem arz edenlerdendi. Dersimin ve işlerimin olmadığı günlerde çocukları okuldan almamın benim yapabileceğim sorumluluklardan biri olduğunu söylediğinde bunu seve seve kabul etmiştim. Ela ve Yiğit yakın olmayı en sevdiğim iki çocukken bunu asla reddedemez ve bir an bile bu ihtimali düşünemezdim. Onları yeğenlerimden öte kardeşlerim gibi görüyordum. Çocukken onlar gibi kardeşlerim olması ve onlarla büyümüş olmayı isterdim. Fakat kendi kardeşlerimin de hayatıma olumlu ve olumsuz çok şey katmasından bir noktada şikâyetçi değildim. Onlar sayesinde gerçek dünyayı deneyimlemeye erken başlamıştım.

Çocukluğum ve kardeşlerimden uzaklaşıp ablamın dediklerine tekrar tüm dikkatimi verirken tek istediğinin geç kalacaksam bunu haber vermem olduğunu söyledi. Arkadaşlarım ile ne kadar zaman geçirmek istememe ya da dışarıda kalmama dair herhangi bir sınırlamamın olmayacağını söylediğinde bunu memnuniyetle kabul ettim. Her koşulda, ne olursa olsun sadece ona önceden haber vermemi istiyordu. Arayamıyorsam bile en azından bir mesaj atmam konusunun altını kalın bir şekilde çiziyordu. Ona çocuklar ve çocuklara koyduğu kuralların uygulanması konusunda yardım ettiğim, sorun yaratmadığım sürece herhangi bir anlaşmazlığımız olmayacağına dair beni ikna edip ayağa kalktığında yaşadığım son yarım saat bir mucize gibi göründü.

Ablamdan özür dileyip ve iyi geceler diledikten sonra odama giderken onu neyin bu hale getirdiğini merak ettim. Hayatımdaki yirmi yılının bir sanı olamayacağı düşünüldüğünde tamamen farklı bir insana düşünülmüştü. Onu kafamda korkunç birine çevirmediğimi bilmenin güveniyle akıl sağlığımdan emin olabiliyordum. Yoksa her şeyi aklımda kurduğuma ve onun aslında hep böyle, benim ise bir canavar olduğuma dahi inanabilirdim. Fakat en sonunda günlüklerimi açıp okuduğumda aslında nasıl davrandığını tekrar hatırlardım. Yine de her ne olursa olsun onunla sulh içinde olmayı tercih ederdim. O bana karşı kaldırdığı silahları indirmişken herhangi bir saçmalık yapıp onun yeniden benden nefret etmesini asla istemezdim. Bu uğurda kendimden bile taviz verir ama onunla aramın bozulmasına asla ve asla izin vermezdim. Çünkü her ne olursa olsun ben ablamı seviyordum. Ailemdekiler bana çoğu zaman uzak davransa da ben onları her şeyden, herkesten daha çok seviyordum. Onlar benim sahip olduğum yegâne insanlar, en önemlisi ise ailemdi. Benden nefret ediyor dibi davranmaları şöyle dursun dünyanın en kötü insanları olsalar bile onları sevmeye, son nefesime kadar korumaya devam ederdim.

AŞEKAUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum