Bölüm 8

29 6 0
                                    


Sokaklarda bir şey düşünmeden yürürken evden çıkmadan önce kulaklığımı almış olduğum için kendimi şanslı görüyordum. Şehrin sesini dinlemeyi sevmeme rağmen bugüne özel kendi sesimi bile duymak istemiyordum. Şarkı bitip bir diğeri başlarken ise kürkçü dükkânına geri döndüğümü anladım. Galata Kulesi tüm haşmeti ile dikiliyor, pazar günü kalabalığına dahi katlanıyordu. Ama ben bu kalabalığa katlanabilecek halde değildim. Onun külahına bir süre gözümü dikip baktıktan sonra ise yürümeye devam ettim. Telefonumun şarjının oldukça azaldığını belirten ikaz sesinden sonra ise müziğimin kapanmasıyla şans ve şansızlığın birbirini kovaladığını anladım. Biri insanı bulduğunda bir diğeri de peşi sıra geliyordu. Şans ve şanssızlığın iki farklı tercih gibi olmasını hayatımın son dönemlerinde her şeyden daha çok isterdim. Beni biri geldiğinde diğerinin sonsuza kadar yok olmasından daha mutlu edebilecek bir şey olduğuna inanmıyordum.

Kuleyi arkamda bırakacak şekilde ilk ara sokağa girdiğimde sokağın ucundaki dönemeçte bulunan apartman gözüme takıldı. Orada oturan birini tanıyor olsam da onun arkadaşım olmadığını, olamayacağını ve birbirimizle en ufak bir bağımızın olmadığını çok iyi biliyordum. Üstelik son karşılaşmamızda aramızda pek hoş olmayan bir konuşma geçtiği gibi tüm bunlara ek olarak ona el hareketi çekmiştim. Beni seve seve evine kabul etmesine yarayacak hiçbir nedenim yoktu. Fakat şu an sokaktan ya da ondan başka kalabileceğim bir yerde yoktu. Denize düşen yılana sarılır sözünden hareketle onu rahatsız etmek tek çaremdi. En kötü ihtimalle beni eve almazdı. Ama ben bulabildiğim tek yolu da denemiş olurdum. Ve belki de evde dahi olmadığından hiçbir şey diyemezdi. Kimse onun kapısına gittiğimi de söyleyemeyeceğinden bu sır benimle beraber unutulup giderdi.

Sokağı hızla bitirip şans eseri kapalı olmayan kapıdan içeri girdiğimde tereddüt edip hemen ardından vazgeçmemek için kendimden beklemediğim bir süratle basamaklardan çıkıp üçüncü kattaki kapının karşısında dikildim. Zili çalmak için elimi hareket ettirmiş olsam da son hamleyi yapamadım. Fakat bunun sahip olduğum tek şans olduğunu kendime yeniden anımsattığımda kapıyı çalmayı başardım. Aradan geçen dakikalara rağmen kimse kapıyı açmaya gelmeyince ikinci bir kez daha çalıp henüz kapanmamış telefonumda numarasını bulup aradım. Kapı gibi telefonunda açılmayacağını düşünüp umudumun tükendiği anda karşıdan gelen rahatsız edildiğini anlatan sesi duydum. Kısa konuşup tek çaremden de uzaklaşmaktan başka bir adım göremiyordum.

"Kapını çaldım ama sanırım evde değilsin."

"Hayır evdeyim." Kapı aniden açıldığında ve yarı çıplak olan onu gördüğümde gelmek için bulabileceğim en mahrem ve yanlış zamanı denk getirdiğimi anladım. Arkasından gelen kızı gördüğümde daha fazla utanmadan gitmem gerekiyordu. Son konuşmamızda hatırlandığında beni bu kızın önünde rezil etmekten çekinmeyeceğini tahmin ediyordum. Onun yerinde ben olsam düşündüğüm şeyi kesin yapardım.

"Sanırım yanlış zamanda geldim. Sonra görüşürüz." Arkamı döndüğüm anda kolumu tutması ile yeniden ona döndüğümde yüzündeki ifadeye bir anlam veremedim. Neden burada olduğumu düşündüğünü tahmin etsem de beni durdurmasını gerektirecek hiçbir şey yoktu. Elinin hala sıkmakta olduğu koluma baktığımda parmakları gevşeyip eli benden uzaklaştı.

"Kal, o gidiyor."

"Şerefsiz."

"Yatakta iyisin ama senin de muhabbetin sarmıyor güzelim." İçeriye geri dönen ve en az onun kadar çıplak olan kızın ardından bağırırken bana göz kırptı. Gözlerimi kısıp ona bakarken çare diye ona geldiğim için kendimden nefret ettim. Çaresiz kalmasaydım bu kapının önünde durmak değil bu apartmana dahi girmezdim. Onun yanından ayrılmamın ardından defalarca bu sokaktan geçmeme rağmen bir kez bile onu görmeyi nasıl düşünmediysem çarem olsaydı yine onu aklıma getirmezdim.

AŞEKAWhere stories live. Discover now