0.0

1.4K 102 78
                                    

"Sen çok kötü bi kadınsın!
Hep sen öğretiyorsun bu çocuğa dedikoduyu!"

"Ben mi?
Ya sana ne demeli?!"

Yeji ellerini kulaklarına daha sıkı bastırdı.
Duymak istemiyordu, yaklaşık on beş dakikadır süren bu kavgayı duymak istemiyordu.

İçerdeki bağırışma sesleri bir şeyin yere düşme ve -tahminen- o düşmenin de etkisiyle bir şeylerin devrilmesinin ardından son buldu.

Sert adımlar kilitli kapısının önüne kadar geldi.
Kapının önündeki kişi kapıyı zorladı, açmaya çalıştı. Ama açamadı.
Bu sefer kapıyı omuzuyla zorladı.

"Yeji! Çabuk kapıyı aç!"

Yeji'nin göz yaşları daha çok akmaya başladı.

O kapıyı açarsa başına geleceklerden korkuyordu.
Her pazar olduğu gibi yine başına geleceklerden korkuyordu.

Yatağına sindi, ellerini kulaklarına daha çok bastırdı. Ama hiçbir fayda sağlamıyordu.

Kapı zorlanmaya devam etti.

Tahta kapı fazla zorlamaya dayanamayıp kırılınca Yeji de korkuyla çığlık attı.
Ağlaması daha da şiddetlendi.

Bay Hwang sert adımlarla Yeji'nin yanına geldi. Sertçe onu kolundan tutup sindiği yataktan kaldırdı.

Kızın ağlamasını umursamadan onu sarsmaya ve suratına doğru bağırmaya başladı.

"Neden bana söylemiyorsun?
Madem halanla görüşmek istemiyorsun, neden gidip o annen olacak kadınla dedikodu yapıyorsun!
Ahlaksız mı olacaksın sen!"

"Baba lütfen!"

"Baba ya baba!
Babanım ben senin,
bana niye anlatmıyorsun?
Beni o kadının ailesine karşı mahçup duruma düşürüyorsun?"

Yeji hiçbir cevap vermeyip ağlamaya devam edince Bay Hwang sertçe kızın kolunu bıraktı.

Yeji'nin bacakları artık bu yükü kaldıramayınca kendini parke zemine bıraktı.
Düştüğü yerde sakince ağlamaya devam etti.

Bay Hwang evin kapısını sertçe çarpıp
evden çıktı.

Yeji bir süre daha sessizce ağlamaya devam etti. Göz pınarları kuruyuncaya kadar ağladı.

Biraz olsun sakinleşmeyi başarınca zorlukla ayağa kalktı. Banyoya girdi.

Ellerini banyo tezgahına yaslayıp aynada kızarmış suratına baktı.
Gözleri kıpkırmızıydı,
yanakları da öyle...
Dudakları şişmiş, suratı solmuştu.

Çirkin ve korkutucu gözüküyordu.

Yüzünü yıkadı.

Oturma odasına ilerledi.
Göreceği manzaradan korkuyordu.

İçeriye usulca baktı.

Annesi gözünden akan yaşlarla, korkutucu bir sakinlikle odanın ortasına serilmiş beyaz halıya bakıyordu. Dudağının kenarı kanamıştı.
Yerde cam kırıkları, kırılmış bir çerçeve ve odanın bir köşesine savrulmuş aile resimleri vardı.
Hepsi çok mutlu gözüküyordu...

Yeji parmak uçlarında oturma odasından ayrıldı, mutfağa geçti.
Bir bardak su içti.

Düşünmeye başladı.

Pazar günlerinden nefret ediyordu.
Annesi ve babasının beraber evde durdukları tek gündü.
Annesi avukattı, hafta içileri çalışıyordu, eve 7 gibi geliyordu.
Babası ise inşaat mühendisiydi, pazar günü dışında her gün çalışıyordu, eve gece çok geç saatlerde geliyordu.

Beraber evde durduklarında birbirlerinin yüzüne dahi bakmıyorlardı. Baktıkları zaman ise kavga ediyorlardı.

Kendisi okulda popülerdi, herkesin 'imrendiği' bir hayatı vardı. Gelirli bir ailede yaşıyordu, babası ve annesi oldukça tanınmış kişilerdi.

Bir gün, sınıf arkadaşlarından biri ona "Sana imreniyorum, çok güzel bir ailen var. Her istediğini yapıyorlar, çok da güzel anlaşıyorlar. Keşke senin yerinde olabilsem!" demişti. Yeji o gün eve gelip akşama kadar ağladığını hatırlıyordu.

Dışarıdan çok güzel ve mükemmel gözüküyorlardı. Çok iyi anlaşan, akşamları meyve, çerez takılan çekirdek bir aile gibi gözüküyorlardı.
Ama kimse o perdenin arkasını görmüyordu.
Gerçi, Yeji de buna asla izin vermezdi.

Odasına geçti,
kulaklıklarını taktı.
Yatağına sindi ve ağlamaya başladı.
Ağladı, ağladı, ağladı...

•••

Sunday Curse | yeonjiWhere stories live. Discover now