12. Bölüm

4.5K 502 74
                                    

...

Lekeli aynadan, önce morarmış çenesini sonrasındaysa kızarık yanağını inceledi. Parmak ucu dudağındaki kanayıp kurumuş ve kabuk tutmuş yaraya gitse de acıdığı için hızla geri çekti. Beni fark ettiğinde, hızla gözlerini kaçırdı. "Yiyecek bir şeyler buldum."

"İstemiyorum."

Ona her şeyi anlatmıştım. Ölmeden önce son günlerini yaşadığını biliyor olmalıydı. Almanya'ya gittiğimizde onu krala teslim edeceğimi ve kralın da onu öldüreceğini, ailemi ve kendi yaşamımı kazanmam için bunu yapmam gerektiğini anlatmıştım. Ona vurduktan sonra ilk uyandığında, hemen söyleyivermiştim. Şimdi ise, ayyaşların takıldığı bir tavernada geceleyecektik.

"Seni canlı götürmem gerek. O yüzden yemelisin."

"Herkesi yakmışsın... Neden? Nasıl?"

"Almanya'daki yardımcım Min den, yeni saraya geçmeden hemen önce emrimde çalışacak birkaç adam göndermesini istedim. O adamlar herkesi birkaç dakikalığına içeri tıkayacak, kapıyı kilitledikten sonra ise büyük bir yangın çıkaracaklardı. Sarayın gözüktüğü tepedeyken sen de orada olup izlemeliydin. Çığlıklar çok uzaktan duyuluyordu. Dürüst olmak gerekirse ben bile dehşete düştüm."

Ona baktığımda, ağladığını gördüm. Çok şaşırdığım söylenemezdi. "Onlar benim insanlarımdı."

"İyi tarafından bak. Hocan babana ötmeden kül oldu."

"Babama ötseydi işgalci birinden dayak yemeyecektim ya da düşmanlarımızın sarayında can vermiyor olacaktım."

"Birden bire vatansever mi oldun yani? Ye şunları hadi."

Ayağa kalkıp odada durduğum yere geldi. Elimi tuttuğunda onu izliyordum. "Lütfen Taehyung. Tüm bunların şaka olduğunu söyle."

Elimi hızla onun ellerinden kurtardım. "Yolumuz uzun. Kendine ve bana acı çektirme."

Ona soğuk davranmak zorundaydım.

--------~--------

Gece olduğunda, yerde uyuyakalmıştı. Ufak odada bir tek yatak vardı ve o da ikimiz için çok küçüktü. Onu uyandırmamaya çalışarak kucakladım ve yatağa bıraktım. Bir şeyler mırıldansa da anlaşılmıyordu. Hemen oradan ayrılmak yerine yüzünü inceledim. Yaptığım izlere baktığımda, sadece ona karşı kabaran vicdan ve suçluluk hissi, tekrar baş göstermişti. Sertçe yutkundum ona bakarken. Bunların hiçbirini hak etmiyorsun diye bağırmak istiyordum. Yavaşça duvar dibine sindim. Kaçma ihtimaline karşılık uyumadım, uykum da yoktu zaten.

Sabaha karşı aşağıdaki seslerden dolayı, yerinden sıçrayarak uyanmıştı. Beni görür görmez sakinleşti ve başını yavaşça yastığa geri bıraktı. Uyumaya devam etmedi. Ama konuşmuyordu da. Sessizce tahta tavanı izliyordu. "Sana bir şeyler aldım."

Başını bana çevirdiğinde, oturduğum yerden kalktım ve paketi çıkarttım. "Bunu aşağıdaki kadın verdi. Bunu ise- ne önemi var ki, merak etmediğini ikimiz de biliyoruz. İngiltere'den çıkana dek senin Prens Jungkook olduğunu belli etmemeliyiz."

Yataktan kalkıp, yatağın üstündeki ilk paketi çıkardı. İçinde saç boyası vardı. Ne renk olduğunu bilmiyordum. Diğeri ise, köylülerden bulduğum bir elbiseydi. Odanın içindeki lavaboya doğru yürüdü. Saç boyasını çıkartıp uzun kabarık saçlarına sürerken, sessizliğini koruyordu. Tüm saçları boyanıncaya kadar uğraştı. En sonunda ellerini yıkadı. Elbiseyi bakarken iç çektiğini duyabilmiştim. "Arkanı döner misin?"

Neden itaat ediyordu, bilmiyorum. Belki de yapacak daha iyi bir seçeneği olmadığı içindir. Bazen bana aşık olduğunu söylediği gün geliyordu aklıma. Eğer bunu gerçekten aşk için yapıyorsa, aşk korkunç bir şeydi.

My Old Man is a Thief » taekook Where stories live. Discover now