21. Bölüm

2.8K 266 114
                                    

oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin!

iyi okumalar 💘

---

Gerçekten her şeye sahip olmasına ramak kalmıştı.. Ama hepsi sadece kısa bir süre içerisinde, elinden kayıp gitti ve Taehyung ise olanları sadece izledi. Hiçbir şey yapamamış olmak bir tek sinirini bozmuyordu. Kendisini toparlayabilmesi için ne kadar süreye ihtiyacı vardı bilmiyordu. Ya da kendisini toparlayıp toparlayamayacağını.

Geçmişe baktığında, ne kadar çok zamanı boşa harcadığını fark edip üzülüyordu ve bu hiçbir işe yaramıyordu.

Ona sorulsaydı eğer, o sarayın içinde hak ettiği gibi ölmeyi seçerdi. Ama Luisa, hissettiği şeylerin gerçekleşmesinin ardından, bir umutla salona indiğinde Taehyung'u görmüş ve salona girdiği yerden genç alfayla birlikte geri çıkmıştı. Sarayın en gizli yerlerini ve kapılarını biliyordu, çünkü kendisinin de söylediği gibi, sarayı büyükbabası yapmıştı.

Yıllar sonra asıl gerçek babasını kaybetmişti. Tıpkı yıllar sonra karşısına çıkan gerçek aşkını, gerçek eşini, omegasını kaybettiği gibi ve bazı şeylerden öyle pişmanlık duyuyordu ki. Ne zaman gözlerini kapatsa onu mühürlemediği için Jungkook'un gözlerinde oluşan hayalkırıklığı önüne geliyordu.

Şu an neredeydi? Yaşıyor muydu? Elbette yaşıyordu, o hala bir prensti ve krallığının varisiydi. Ama ne durumdaydı? Belki de Taehyung'un öldüğünü düşündüğü için canı çok yanıyordu. Bir an bile onu düşünmeden duramıyordu.

Luisa onun hayatını kurtardıktan sonra, eski bir saraya geçmişlerdi. Burada yaşayan Lordlar ve aileleri de o akşam yemekte oldukları için, sarayın kalabalık olduğunu söylenemezdi. Alman Krallığı, ülkesinin kralını ve tüm soylu üst sınıfını tek akşamda kaybetmişti. Herkes İngilizlerin geri gelip ülkeyi işgal edeceğini konuşuyordu. Bunlara Luisa da dahildi.

Sallanan sandalyesinde, camından gözüken küçük göleti izliyordu. Eli karnındaydı. Aslında belli bile değildi ama bebeği onu teselli eden tek şeydi. Birkaç gece yemekte kendini tutamayıp ağladığına şahit olmuştu Taehyung.

Onu izlerken, saraydan ayrıldıklarından beri aklından asla çıkartmadığı, göğsündeki cebinde sakladığı kağıdı tekrar eline aldı. Okumaya cesareti yoktu. Babasının ona daha başka neleri itiraf edeceğini bilmiyordu ve Taehyung hazır değildi. Bu yüzden kralın kanı bulaşmış ruloyu hiç açmadan ceketinin iç cebine tekrar yerleştirdi.

Elini, onu ürkütmemeye çalışarak Luisa'nın omzuna yerleştirdi. Sandalyesi yeterince yavaş sallanmasına rağmen onu daha da yavaşlattı ve yavaşça elini, Taehyung'un elininin üstüne koydu. "Verdiği kağıdı okudun mu?"

"İçinde ne yazdığını biliyor musun?"

"Hayır, sadece yazarken çok zorlandığını biliyorum."

Odanın içerisindeki yatağın ucuna oturdu. "Okumak istemiyorum. Tanrım, inanamıyorum diye bağırmak istiyorum sürekli."

Luisa, eteklerini toplayarak sandalyesinden kalkıp yanına geldiğinde, Taehyung onu izliyordu. "Min birkaç güne burada olacak."

"Teşekkür ederim Luisa, hayatımı kurtardığın için."

Gözleri tekrar dolmak üzereydi ki, kollarını genç adamın etrafına sardı ve çenesini boynuna dayadı. Sarılması karşılık bulduğunda, Taehyung'un algıladığı bu koku, kuşkusuz ona kendi Omega'sını hatırlatmıştı.

Günler artık eskisi gibi geçip gitmiyordu, geceler olmuyordu. Sabahlara kadar yatağında dönüp dururken o kadar huzursuz ve çaresiz hissediyordu ki Taehyung, kafayı yiyecek gibi olup son anda kendisini zorla sakinleştiriyordu. Hangisinin acısını ne denli yaşadığının farkında değildi, hangisine öncelik tanıması gerektiğini de bilmiyordu. Taehyung, tavanı izlerken aklındaki şey ölen babasıydı. Az kalsın onu öldürecekti, gerçeği bilmezken. Öyle bir şey yapsaydı, nasıl yaşayabilirdi ki gerçeği öğrendikten sonra? Neden bu kadar geç öğrenilmiş bir sürü gerçek vardı? Taehyung geçmişe dönmeyi tercih etti. Jungkook'la daha farklı şekillerde tanışabilirdi. Onu kaçırmak zorunda kalmazdı veya ağlamasına ve canının yanmasına sebep olmazdı defalarca...

My Old Man is a Thief » taekook Where stories live. Discover now