23. Bölüm

2.5K 235 36
                                    

iyi okumalar 💜

-------

"Bunun başka bir yolu yok mu?" Jungkook, ağlamaktan kan çanağı olmuş gözlerini babasına tutmaya devam ederken, Kral Jeon oğluna, bunun tek doğru yol olduğunu nasıl anlatacağına dair planlarını yapıyordu.

Asil birinin ölümüydü insanlara sergilenecek olan. Bu yüzden simsiyah giydirildi. Jungkook orada olmak ve gözyaşlarını halkın içerisinde dökmek zorundaydı. Ceza iki kişilikti. Adaletli bir ölüm hakeden suçlu, ve sevdiğinin ölümüne seyirci bir aşık.

İki yüksek platform vardı meydanda. Birinin üzerinde vatanhainin idam edilirken başını koyacağı tahta kütük, diğer platformda ise kraliyet üyelerinin oturacağı altın varaklı sandalyeleri vardı. Kral Jeon cellatla konuşurken, idam edilecek suçluyu getirmişlerdi. Herkes Prens Jungkook'u konuşuyordu. Onun gelip bunları izleyebilecek kadar cesareti olmadığını düşünüyorlardı.

"Bugün, ülkemize karşı gelenlerin, hainlik yapanların, bize saldıranların sonunu izleyeceksiniz. Hiç kuşkusuz ki bu idam tüm insanlığa ibret olacaktır. Ben Kral Jeon, Vincent Taehyung Kim'i ölüme mahkum ediyorum."

Kral, biraz sonra kan akacak platformdan inmeden önce, halkın arasından sıyrılarak yürüyen oğlunu, Prens Jungkook'u gördü. Kan çanağına dönmüş gözlerle göz göze geldi ve yerine giderken onun kolundan tutarak yürümesine yardım etti.

İkisi de yerine yerleştikten sonra Jungkook, az sonra idam edilecek adama baktı ve bir anlık da olsa, oradakini Taehyung olarak hayal etti. Kendini ağlamaktan alıkoymak zorundaydı. Aylardır her gece bu düşüncelerle dolu kabuslarla uyanırken, bunun insanları inandırmak için oynanması bile onu gerçekten kötü etkilemişti. Karşıdaki platformda adamın bedeni kafasından ayrıldığında, meydanda büyük bir sessizlik oldu. Duyulan tek şey kuşların çıkardığı seslerdi ve Jungkook, daha fazla bu oyuna katlanamayacağı için hızla ayağa kalktı orayı terk etmek üzere. İnsanlar, oradan ayrılan Prens'e yargılayıcı bakışlarını yöneltse bile, o bunların hiçbirini umursamadı.

"Bunun başka bir yolu yok muydu?" Min, sertçe fısıldarken gözlerini bana karşı büyütüyordu. "Herkes seni öldü bilmek zorunda mıydı?"

"Başka ne yapabilirdim bilmiyorum. Buradan gitmelisiniz. Anlaşma öyleydi."

Min, aramızdaki demir parmaklıkları kavradı ve sinirle sarstı. "Seni buradan almadan hiçbir yere gitmeyeceğiz Taehyung. Hepimiz babanın yeminli askerleriyiz ve seni korumaya yeminliyiz."

"Burada olmanız beni tehlikeye atmaktan başka bir işe yaramıyor." Parmaklıklardan uzaklaştığımda, Min kaşlarını çattı. "Min. Onu seviyorum. Onun için her şeyden vazgeçtim. Bunların geri dönüşü yok."

Hücrenin dışındaki asker, Min'i kolundan tuttuğunda, onu sertçe itti. Min'in gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığı  beni tahmin ettiğimden daha çok kırmıştı aslında.

------------~-------------

Kapımda duran gardiyan asker, kapımı açtığında saatin kaç olduğundan haberim yoktu. Hangi günde olduğumuzu bile bilmiyordum aslında. Kolumdan tutarak yukarı çıkartırken parlak ışığın gözümü rahatsız ettiğini hissetmemle kolumla yüzümü kapatmaya çalışmıştım. Asker bana nereye gittiğimi bilmediğim yere kadar eşlik ettikten sonra bir kapıda durdu. Kapıyı açtı, içeri girdim. Işıktan dolayı etrafa gözlerimi kısarak bakmak zorunda kalmıştım. Önümde duran kişi, bir nebze odaya giren ışığa engel oluyordu pencerenin önünde durarak. Yüzü sonradan bana döndüğünde, bu kişinin Jungkook olduğunu fark etmemle ona doğru hızla adımladım.

My Old Man is a Thief » taekook Where stories live. Discover now