15.Bölüm

1K 117 102
                                    

Güneş yeniden doğuyordu. 

Parlak ışık açık camdan içeriye doğru sızıp direkt suratıma vuruyor, cam kenarına yerleştirdiğim sandalyeden elimdeki kitabı okumaya devam ediyordum. Gözlerim satırlarda dolanıyor olsa da, hala parkta kalan zihnim yüzünden okuduğum hiçbir şey bir anlam ifade etmiyordu. Pencereye doğru uzattığım bacaklarımı hafifçe okşayan rüzgar nasıl bir karmaşa içinde olduğumu anlamış gibi, usul usul, sanki sakinleş der gibi esiyordu. Lakin aklım sakinleşmenin yakınından dahi geçmiyordu. 

Buruk hissediyordum. Xiao Zhan'ın sözlerinden sonra en azından bir rahatlama beklerken öncekinden daha da huzursuz sancıların avucunda bulmuştum kendimi. Neye inanacağını şaşıran zihnim, neyi hissetmesi gerektiğini de bilmiyordu. Deneyeceğim demişti fakat ya olumsuz sonuçlansaydı? Ya tekrardan gözlerime bakıp, sana istediklerini veremem deseydi, o halde ben ne yapardım? 

Cevabının ruhumu yaraladığı sorularla boğuşmaktan sıkılmıştım. 

Güneş iyice gökyüzünde yükselmeye başladığı vakit, oturduğum yerden ayağa kalkarak saati kontrol ettim. Henüz dokuz olduğunu görünce ise dolabımın karşısına geçerek, şort şeklindeki eşofmanlarımdan birini bacaklarımdan geçirdim ve üzerime geniş yaka bir üst geçirdim. Uyku düzensizliğinden dolayı moraran göz altlarımı hafif bir ten makyajıyla kapatıp, yanaklarıma kadar uzayan saç tutamlarımı küçük bir lastik toka ile topladım. Süslenesim yoktu, bu yüzden makyaj malzemelerime dokunmadan, telefonumu cebime attığım gibi aşağıya inip evden ayrıldım. 

Adımlarım beni kahvaltı için sözleştiğimiz yere götürürken, geçtiğim her caddeyi kör bir şekilde ardımda bırakıyordum. Düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum fakat düşünmemeye çalıştıkça da depresif bir boşluğun içinde buluyordum kendimi. Kaynağını bilmediğim bir öfke damarlarımda geziniyor, herkese ve her şeye saldırıp sövme isteğimi tetikliyordu. Xiao Zhan'ın kapısına dayanıp, ona vururken küfür etmek ve binlerce dolarlık kıyafetlerini parçalamak gözüme o kadar cazip geliyordu ki, kapısının önünden geçerken bacaklarımın titremesine engel olamamıştım. 

Düşüncelerin eşlik ettiği sakin yürüyüşüm, cafeye vardığım vakit her şeyin zihnimde geri çekilmesini sağlamıştı. Birkaç saatliğine dahi olsa beni zihnimden uzak tutan arkadaşlarım bir masada oturmuş, gülüşüyordu. Elimden geldiğince Yifan ile baş başa kalmamaya çalışıyor, bir şekilde araya başkalarını da sokmayı başarıyordum. Aramızdaki ilişkiye bir isim koymak için baş başa kalacağımız bir an yakalamaya çalıştığının bilinciydeydim lakin bunu istemiyordum. Bu yüzden yüzüme bir gülümseme yerleştirerek yanlarına ilerledim ve bir sandalyeye yerleştim.

"Bok gibi görünüyorsun, günaydın." 

Wenhan'ın söylediğine göz devirip, masaya yerleştirilmiş olan kahvaltılıkları tabağıma yerleştirmeye başladım. "Uyuyamadım." 

"Hala o mevzu mu?" dedi Yubin. Elinden geldiğince Xiao Zhan'ın ismini söylemekten kaçınıyor, kendince ona kim olduğunu bilirsin sen diyordu. İsmini kullansa da, kullanmasa da aklıma geldiğini söylemeyi düşünsem de hevesini bozmak istemediğimden sessiz kalmıştım. İsmini kullanmasa unutur mantığı ile ilerleyen Yubin, gerçekten unuttuğumu düşünüyordu. 

"Hiç o mevzudan çıktığına şahit olmadım," diye Yubin'e destek çıkan Fanxing'e bir süre sadece öyle baktım. 

"Sağ olun ya," mırıldanmadan farksız olan sesimle, artık bana hiç çekici gelmeyen kahvaltı tabağımı kendimden uzaklaştırdım. "Mükemmel arkadaşlarsınız." 

"Sadece şakalaşıyoruz Yibo." Wenhan çatalımı tabağımdaki yiyeceğe batırıp, zorla ağzıma doğru götürürken konuştu. Yüzümü gülerek uzaklaştırmaya çalışsam da yağlı yemeği sürekli dudaklarıma değdirdiğinden ağzıma almak zorunda kaldım. 

Salvatore |yizhan|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin