12

97 4 0
                                    

PONT DU GARD HANI

Fransa'nın güneyini benim gibi yaya gezenler Bellegarde ile Beaucaire arasında, kasabadan kente giden yolun hemen hemen yarısında, ama yine de Beaucaire'e Bellegarde'dan daha yakm bir yerde en hafif rüzgarda gıcırdayan sac bir levhanın üstünde Gard Köprü-sü'nün kaba bir resminin asılı durduğu küçük bir ham fark etmiş olabilirler. Rhöne Neh-ri'nin kıyısındaki bu küçük han yolun sol yanında, sırtı nehre dönük olarak yapılmıştır; yanında Languedoc'ta bahçe adı verilen bir alanı vardır, yani, yolculara açılan kapının bulunduğu cephenin karşısındaki cephe, çitle çevrilmiş, birkaç gelişmemiş zeytin ağacının ve yaprakları tozdan gümüş rengini almış birkaç yabani incir ağacının yayıldığı bir alana bakar; ağaçların aralarında bitki olarak sadece sarımsaklar, biberler ve yaban sarımsakla-rı biter; köşelerinden birinde unutulmuş bir nöbetçi gibi şemsiyeye benzer bir çam ağacı esnek gövdesini hüzünle sallarken, yelpaze gibi açılan tepesi güneşte, otuz derece sıcaklık altında çatırdar.

İrili ufaklı tüm bu ağaçlar, Provence'ın üç afetinden biri olan karayelin estiği yönde doğal olarak eğilip bükülür; bildiğiniz ya da bilmediğiniz gibi öbür ikisi Durance ve Par-lement'dır.

Orada burada, büyük bir toz gölüne benzeyen çevredeki ovada, ülkedeki bahçıvanların kuşkusuz merak yüzünden yetiştirdikleri ve her biri, bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde yolunu şaşıran yolcuları sert ve tekdüze sesiyle izleyen bir leyleğe tünek olan birkaç has buğday sapı biter.

Bu küçük han yaklaşık yedi sekiz yıldır tüm hizmetlileri Trinette adlı bir oda hizmetçisi ve Pacaud deyince bakan bir ahır görevlisinden ibaret olan bir erkek ve bir kadın tarafından işletilmektedir; Beaucaire'den Aigues-Mortes'a kadar kazılmış bir kanal hızlı at arabasının yerine gemileri, posta arabasının yerine atla çekilen ırmak kayığını başarıyla çalışır hale getirdiğinden bu yana bu ikilinin işbirliği hizmet gereksinimi rahat rahat karşılamaya yetiyordu.

Bu kanal, iflas ettirdiği zavallı hancının üzüntülerini daha da canlı tutmak ister gibi, kendisini besleyen Rhöne ile biraz önce kısa, ama aslına sadık bir betimlemesini yaptığımız hana yaklaşık yüz adım uzakta artık kullanılmayan yolun arasından geçiyordu. Bu küçük hanı işleten otelci kırk kırk beş yaşlarında, uzun boylu, kara kuru ve sinirli, çukur ve parlak gözleri, kartal gagası gibi burnu, etobur hayvanlar gibi beyaz dişleriyle tam bir güneyli tipi idi. Yaşlılığın ilk esintilerine karşın saçları da, yer yer birkaç beyaz kıl serpilmiş, kalın, kıvırcık keçi sakalı gibi, beyazlaşmaya henüz karar verememiş gibi görünüyordu. İster yaya ister arabayla olsun bir müşteri gelip gelmeyeceğini görmek için sabahtan akşama dek kapının eşiğinde durmaktan zavallının doğal olarak esmer olan teni daha da koyu esmer bir tabakayla kaplanmıştı: her zaman düş kırıklığı ile sonuçlanan bekleme sırasında yüzünü güneşin yakıcı sıcaklığından korumak için İspanyol katırcılarının yaptığı gibi başının üstünde düğümlenmiş kırmızı bir mendilden başka bir koruyucu kullanmıyordu. Bu bizim eski tanıdık Gaspard Caderousse idi.

Kızlık adı Madeleine Radelle olan karısı onun aksine solgun, zayıf ve hastalıklı bir kadındı; Arles'da doğmuş, hemşerilerinin geleneksel güzelliğinin ilkel çizgilerini korusa da Aiges-Mortes gölleri ve Camargue bataklıkları yakınında oturanlarda çok görülen gizli ateş nöbetlerinin neredeyse sürekli etkisi altında, yüzünün yavaş yavaş bozulduğunu görmüştü. Bu nedenle kocası kapıda her zamanki nöbetini tutarken o ilk kattaki odasının bir köşesinde titreyerek kimi zaman bir koltuğa uzanıyor, kimi zaman yatağına yaslanıyor, neredeyse hep oturuyordu: adam nöbeti, yılan dilli kaşık düşmanı ile her bir araya gelişinde isteyerek uzatırken, kadın onu yazgıya karşı bitmek tükenmek bilmeyen yakınmalarla rahat bırakmıyor, bu yakınmalara o da her zaman şu felsefi sözcüklerle yanıt veriyordu:

Monte Kristo KontuWhere stories live. Discover now