59

42 5 0
                                    

GEÇMİŞ

Kont, artık hiçbir biçimde asla göremeyeceği Mercedes'i bıraktığı evden derin bir üzüntü içinde çıktı.

Küçük Edouard'ın ölümünden beri Monte Kristo'da büyük bir değişiklik olmuştu. İzlediği ağır ve dolambaçlı yolla intikamının doruğuna gelince, dağın öte yanında kuşku uçurumunu görmüştü.

Dahası da vardı: Mercedes ile biraz önce yaptığı konuşma kalbinde o kadar çok anıyı uyandırmıştı ki, bu anılarla bile savaşması gerekiyordu.

Kontun yapısında bir erkek, sıradan insanları görünüşte onlara bir özgünlük vererek yaşatabilen, ama üstün ruhları öldüren bu hüznün içinde uzun zaman sürüklenemezdi. Neredeyse kendini kınayacağı noktaya geldiğinde hesaplarında bir yanlışlık olması gerektiğini düşündü.

"Geçmişi yanlış anlıyorum," dedi, "böyle yanılmış olamam.

"Hay Allah!" diye devam etti, "kendime saptadığım amaç saçma bir amaç mıydı? Yoksa on yıldır yanlış yolda mıydım? Hay Allah! Bir mimann tüm umutlarını bağladığı yapıtın, olanaksız değilse de en azından kutsallığa saygısızlık yapıtı olduğunu kanıtlaması için bir saat yeter!

"Bu düşünceye alışmak istemiyorum, bu beni deli eder. Bugünkü düşünme biçimimde eksik olan şey, geçmişin tam olarak değerlendirilmesi, çünkü ben bu geçmişi ufkun öbür ucundan gözümde canlandırıyorum. Gerçekten de ilerledikçe, ortasından yürüdüğümüz manzaraya benzeyen geçmiş, biz uzaklaştıkça siliniyor. Düşlerinde yaralanan insanların başına gelen benim de başıma geliyor, onlar, yaralarını görür ve hissederler ve sonra yaralandıklarını anımsamazlar.

"Haydi bakalım yeniden canlanan insan; haydi, zengin serseri; haydi uyanan uykucu; haydi güçlü kaçık; haydi yenilmez milyoner, bir an için bu sefil ve aç yaşamın öldürücü bakış açısından bak; yazgının seni ittiği, felaketin seni götürdüğü, umutsuzluğun seni ele geçirdiği yollardan bir daha geç; Monte Kristo'nun Dantes'e baktığı bu aynanın camları üzerinde bugün bir sürü elmas, altın ve mutluluk parlıyor; bu elmaslan sakla, bu altını kirlet, parıltıları sil; zengin, fakiri bulsun, özgür, tutukluyu, dirilen, kadavrayı."

İşte tüm bunları kendi kendine söyleyen Monte Kristo Caisserie sokağında ilerliyordu. Yirmi dört yıl önce aynı yoldan sessiz bir gece nöbetçisi tarafından götürülmüştü; bu

gülümseyen ve canlı evler o gece karanlık, dilsiz ve kapalıydı.

"Ama bunlar yine o evler," diye mırıldandı Monte Kristo; "sadece o zaman geceydi, şimdi gündüz; tüm bunları aydınlatan ve neşelendiren, güneş."

Saint-Laurent sokağından rıhtıma indi ve Consigne'e doğru ilerledi: burası limanda gemiye bindirildiği noktaydı. Çadır bezinden gölgeliğini açmış bir gezinti gemisi geçiyordu; Monte Kristo patrona seslendi, patron iyi bir işin kokusunu almış gemicilerin işe koyulmak için gösterdikleri acelecilikle gemisini ona doğru getirdi.

Hava çok güzeldi, yolculuk harika geçti. Ufukta güneş, kırmızı ve parlak batıyor, denize doğru indikçe dalgalar tutuşuyordu; bir ayna gibi dümdüz deniz, zaman zaman gizli bir düşmanın izlediği ve kurtulmak için başka bir yol bulmak amacıyla suyun dışına atılan balıkların sıçrayışlarıyla kırışıyordu; daha da uzakta Martigues'e giden, uçan martılar gibi beyaz ve zarif balıkçı kayıklarının, İspanya ya da Korsika'ya gitmek için yük almış ticaret gemilerinin geçtiği görülüyordu.

Bu güzel gökyüzüne, zarif çizgili kayıklara, manzarayı örten yaldızlı ışıklara karşın paltosuna sarınmış olan kont korkunç yolculuğun tüm ayrmtılarını bir bir anımsıyordu: Katalanlar'da yanan o tek ve yalnız ışık, kendisini götürdükleri yeri ona açıklayan îf Şatosu'nun o görüntüsü, kendini denize atmak istediğinde jandarmalarla giriştiği savaşım, yenildiğini hissettiği andaki umutsuzluğu, buzdan bir halka gibi şakağına dayanmış karabina namlusunun ucunun soğukluğunu hissetmesi.

Monte Kristo KontuWhere stories live. Discover now