60

65 4 0
                                    

PEPPİNO

Kontun buharlı gemisinin Morgion Bumu'nun arkasında kaybolduğu sırada, bir adam Floransa'dan Roma'ya giden yolda hızla ilerleyerek, Aquapendente adlı küçük kenti arkasında bırakmıştı. Pek kuşku uyandırmadan bu kadar çok yol yapacak kadar hızlı ilerliyordu.

Yolculuğun yıprattığı bir redingot ya da daha doğrusu geniş bir palto giymişti, ama giysisinin üstündeki iki Legion d'Honneur kurdelesi parlak ve yeni görünüyordu, sadece bu iki işaretten değil, arabacıyla konuştuğu zaman dilinin vurgusundan da bu adamın Fransız olduğu anlaşılabilirdi. Evrensel dilin ülkesinde doğduğunun bir kanıtı da, îtalyan-cadan, Figaro'nun goddam'ı gibi, herhangi bir dilin bütün inceliklerinin yerini tutabilecek, birkaç müzik sözcüğü dışında başka sözcük bilmemesiydi.

Her yokuş çıktıklarında arabacılara "Allegro!" diyordu.

Her yokuş inişlerinde de "Moderato!" diyordu.

Floransa'dan Aquependente yoluyla Roma'ya giderken ne kadar yokuş inip çıkıldığını Tanrı bilir.

Sonuçta bu iki sözcük, söylendiği iyi adamları çok güldürüyordu.

Roma karşılarında belirdiğinde, kentin görüldüğü ilk noktaya, yani Storta'ya gelindiğinde, yolcu, tüm yolcuların başka bir şey fark etmeye fırsat bulamadan karşılarına çıkan San Petro'nun ünlü kubbesini daha iyi görebilmek için, oturdukları yerden doğruldukla-rında duydukları coşku dolu merakı hissetmedi bile. Hayır, sadece cebinden bir cüzdan, cüzdandan da dörde katlanmış bir kağıt çıkardı, kağıdı açtı, saygıya benzer bir özenle yeniden katladı ve şunu söylemekle yetindi:

"İyi, hâlâ bende."

Araba Popola kapısını geçti, sola döndü ve Hötel d'Espagnein önünde durdu.

Eski tanışımız otelci Pastrini yolcuyu kapı eşiğinde, şapkası elinde karşıladı.

Yolcu arabadan indi, iyi bir akşam yemeği sipariş etti, sonra da Thomson ve French bankasının adresini öğrendi, Romanın en tanınmış bankalarından biri olduğu için adres kendisine hemen tarif edilmişti.

Banka San Petro'nun yakınında via dei Banchi'de bulunuyordu.

Bir posta arabasının gelişi, her yerde olduğu gibi, Roma'da da olay olurdu. Marius ve Gracchus'un soylarından gelen on genç, yalınayak, dirsekleri parçalanmış, ama bir elleri bellerinde, kolları özgün bir biçimde başlarının üstünde kıvrılmış olarak yolcuya, posta arabasına ve atlara bakıyorlardı; kentin bu haylazlarına, Papalık devletinden elli kadar işsiz güçsüz de katılmıştı. Bunlar, Tiber Nehri'nde su olduğunda Saint-Ange köprüsünün üzerinden nehre tükürerek halkalar oluşturuyorlardı. Ama Paris'tekilerden daha mutlu olan bu haylazlar ve aylaklar, tüm dilleri, özellikle de Fransızcayı anladıkları için yolcunun bir daire istediğini, yemek ısmarladığını, Thomson ve French bankasının adresini sorduğunu duymuşlardı.

Bunun sonucu olarak, yeni gelen yanında zorunlu rehberle otelden çıktığında, bir adam meraklı grubundan ayrıldı, yolcu tarafından fark edilmeden, rehber tarafından fark edilmiş gibi görünmeden, ancak bir Paris polisinin yapabileceği kadar büyük bir beceriyle yolcuyu izleyerek biraz arkasından yürümeye başladı.

Fransız, Thomson ve French bankasına gitmek için o kadar acele ediyordu ki, atların koşulmasını bekleyemedi; araba yolda ona yetişecekti ya da onu bankanın kapısında bekleyecekti.

Araba gelmeden bankaya ulaştı.

Fransız, rehberini bekleme odasında bırakarak içeri girdi, rehber de hemen sanayi alanı olmayan ya da binlerce sanayi alanı olan sanayicilerin, Roma'da bankacıların, kiliselerin, yıkıntıların, müzelerin ve tiyatroların kapılarında bekleyen iki üç tanesi ile konuşmaya başladı.

Monte Kristo KontuWhere stories live. Discover now