50

52 2 0
                                    

BELÇİKA YOLU

Mösyö Danglars'ın salonlarında jandarma müfrezesinin beklenmedik bir biçimde ortaya çıkışı ve onu izleyen açıklamalar nedeniyle oluşan karışıklıktan sonra büyük konak, davetliler arasında bir veba ya da kolera hastalığı çıktığı haber verilmişçesine hızla boşalmıştı: birkaç dakika içinde herkes tüm kapılardan, tüm merdivenlerden, tüm çıkışlardan çıkıp gitmek ya da kaçıp kurtulmak için acele ediyordu, çünkü bu, büyük felaketler sırasında en iyi dostlan son derece can sıkıcı yapan ucuz avuntu sözlerini söylemeye çalışmanın gereksiz olduğu durumlardan biriydi.

Bankacının konağında sadece çalışma odasına kapanmış jandarma subayına ifade veren Danglars, bildiğimiz giyinme odasında korkmuş halde bulunan Madam Danglars ve yüksekten bakan, dudakları küçümser gibi kıvrık, yanında ayrılmaz dostu Louise d'Ar-milly ile odasına çekilmiş Eugenie kalmıştı.

Bir sürü hizmetkara, hele o gece her zamankinden daha çok olan hizmetkarlara gelince, çünkü o akşam eğlence nedeniyle kendi hizmetkarlarına, hakarete uğradıklarını düşündükleri için ustalarına kızan Cafe de Paris'den gelen sofracıbaşılar, dondurmacılar, aşçılar da eklenmişti, onlar zaten doğal olarak yarıda bırakılmış olan hizmet konusunu kendilerine hiç dert etmeden gruplar halinde kilerde, mutfaklarda, odalarında bekliyorlardı.

Çeşitli nedenlerle titreşen bu farklı kişiler arasında sadece ikisi bizim ilgimizi hak ediyor: Matmazel Eugenie Danglars ve Matmazel Louise d'Armilly.

Nişanlı genç kız, daha önce söylediğimiz gibi kendini beğenmiş havalarda, dudakları küçümser gibi kıvrılmış, hakarete uğramış kraliçe davranışıyla, yanında ondan daha solgun, daha heyecanlı arkadaşı ile birlikte odasına çekilmişti.

Eugenie odasına gidince kapıyı içerden kapadı, o sırada Louise bir sandalyeye çökmüştü.

"Aman Tanrım! Tanrım! Ne korkunç şey!" dedi genç müzisyen, "Kim böyle bir şeyden kuşkulanabilirdi? Mösyö Andrea Cavalcanti bir katil ha... bir hapishane kaçkını... bir kürek mahkumu!"

Eugenie'nin dudakları alaycı bir gülüşle gerildi.

"Gerçekten de ben Tanrının sevgili kuluyum," dedi, "Morcerften kurtulup Cavalcanti'ye çatıyorum!"

"Aman! Onları birbirine karıştırma Eugenie."

"Sus, tüm erkekler iğrençtir, onlardan iğrenmekten fazlasını yapabildiğim için çok mutluyum, şimdi onları hor görüyorum."

"Ne yapacağız?" diye sordu Louise.

"Ne mi yapacağız?"

"Evet."

"Üç gün sonra yapacağımızı şimdi yapacağız... gideceğiz."

"Artık evlenmediğine göre bunu hâlâ istiyor musun?"

"Dinle Louise, notalanmız gibi düzenli, ölçülü, kurallı bu sosyete yaşamından tiksiniyorum. Her zaman gönlümün çektiği, çok istediğim, dilediğim şey sanatçı gibi yaşamak, özgür, bağımsız, sadece kendine açıklama yapmak zorunda olduğun, sadece kendine hesap verdiğin yaşam. Ne diye burada kalacağım? Beni bir ay sonra başka biriyle evlendirmeleri için mi? Kiminle? Belki de Mösyö Debray ile, çünkü bir zamanlar bu da söz konusuydu. Hayır, Louise, hayır, bu akşamki serüven benim için bir bahane olacak: ben bahane aramamıştım, istememiştim, Tanrı bana bunu verdi, iyi ki de verdi."

"Ne kadar güçlü ve yüreklisin!" dedi sarışın ve narin genç kız esmer arkadaşına. "Beni hiç mi tanımamıştın? Haydi Louise, kendi işlerimizden söz edelim. Posta arabası..."

Monte Kristo KontuWhere stories live. Discover now