cennetin görüş saati (ya da öldükten sonra her nereye gidiliyorsa)

10.3K 1K 3.6K
                                    



"iyi akşamlar, ben seul üniversite hastanesinden arıyorum..."

~

insanlık tarihinin başından beri kaybetmekle ilgili bir dünya şey söylendi. aptal spor müsabakalarını kaybetmekle ilgili, kendini kaybetmekle ilgili ya da sevdiğin birini kaybetmekle ilgili bir sürü şey duydum.

kazanamadığın bir şeyi de kaybetmekle ilgili konuştu insanlar. bugüne kadar her söyledikleri de bana çok yakın geldi. bu cümlenin anahtar kelimesi bugüne kadar, lee minho kapımın önünde beni bırakana kadar çok yakın geldiler bana.

ama aslında ben hiçbir zaman tam olarak hissedememişim o söylenenleri. gerçekten kaybedene kadar tek kelimesini bile anlamamışım. ya oydu, ya da gerçekten çok farklı boyutta, inanması güç bir kayıp yaşamıştım ve onlar yeterli gelmiyorlardı artık.

kendimi dünyadaki kalan herkesten daha çok acı çekmiş gibi görmek istemiyordum gerçi. birincisi, o kadar önemli biri olamazdım ve ikincisi, aptal ruhum bunu kaldıramazdı sanırım.

aynı tüm o akşamı kaldıramadığı gibi.

bir de bu ileri geri her konuyla ilgili konuşan insanlar körlerdi. bunlara gerçek acıyı göstermeniz gerekiyordu. gerçekten canlarını yakmalıydınız ki biraz minnet duysunlar.

ben mesela. ben kördüm. hep canımın acıdığını düşünüyordum. acıyordu da yalan yok. sadece kendime acımayı o kadar seviyordum ki başkasına olanak bırakmıyordum. ne birine acıyordum ne de birinin bana acımasına fırsat vermek istiyordum.

hayatımın en kötü gecesini yaşadığımı düşünerek girdim salonuma. tamamen buna inanarak halıya uzandım. ben orda sadece başıma gelebilecek en kötü şeyin geldiğini düşünerek sayamadığım dakikalar geçirdim.

içimdeki bir kaç jisung'la minho'nun chan hyungun kapısına koştuğunu hayal ettik. chan hyungun yorgunluğunu gizlemeye çalışarak, çünkü o adamın minho sinirle evden çıktıktan sonra uyumasına imkan yoktu, kapıyı açışını ve minho'nun onu öpüşünü düşündük. aynı benim yaptığım gibi öpüştüklerini izledik jisunglarla. sanırım hiçbirimizin izlediği en iyi film değildi desem yalan söylemiş olmam.

ve ben burda bitti zannediyordum. bütün acının, bütün o aptal yaralarımın, hiçbir halta yaramayan kalbimin sızısının bundan daha çok olamayacaklarını sandım.

sonra telefonum çaldı. ve ben aynı bir aptal gibi, aynı zaten olduğum bencil orospu çocuğu gibi açmadım o telefonu. açmadım. hyunjin'in isminin kararmasını, seungmin'inkinin belirmesini izledim. jeongin'den ayarlarım yüzünden içeriğinin gözükmediği mesajlar aldım.

kendimle ilgili sandım. beni teselli edecekler diye düşündüm. çünkü ben en çok hep benim canım acıyor sandım.

en kötü tarafı da hiç dokunmadığım telefonu chan hyungun ismini gördüğümde meşgule attım. dinlemek istemiyordum ki. bana 'üzülme jisung' ya da 'biz sana kızmadık jisung' demesini nasıl dinleyecektim? bana vereceği teselli gerçek olsa da ben nasıl kendi kendime ona kızacaktım?

açmadım işte. o gerizekalı aramaların hiçbirini cevaplamadım. kimin ismini hiç görmediğimi düşünmedim. yani minho'nun ismini görene kadar. minho beni arayıncaya kadar hiçbir şey yapmadım.

onu da açmazdım. yani eğer aptal kalbim bana düşünmek için bir iki saniye vermiş olsaydı minho'yu da açmazdım. ve telefonumu kulağıma götürürken bunun için kendime küfrettim. 'belki pişman olmuştur' diyen o saf jisunga küfrettim. ama sonra sesini duydum minho'nun. o kuru bir hıçkırıktan sonra konuştuğunda ben bu sefer sabahtan beri açmadığım telefonlar yüzünden kendimden nefret ediyordum.

someone's someone | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin