"çamaşır makinalarına güvenmiyorum" (ft.viski)

18.6K 1.8K 15.5K
                                    

herkes salonun zemininde oturuyordu. yemekler tam ortamızda duruyorlardı ama kimse başlamamıştı. gerginlik açlığımızı unutturmuştu. yani bir kaçımıza. sangyeon ve changbin gülüşmeyi kestikleri an konuşmaya başlamışlardı ve hala da durmamışlardı. felix suratındaki korkunç ifadeyle onları sadece dinleyip joe'yla ilgileniyordu.

minho arada sırada sangyeon'a bakıp gözlerini deviriyordu. bir kaç kere benle de göz göze gelmişti çünkü sangyeon'un diğer tarafındaydım ama minho'yla ilgilenememiştim. ben şahsen sürekli sangyeon'a bakan chan'e ölümcül bakışlar atmakla meşguldüm.

hyunjin ve seungmin zaten telefonlarıyla oynamaya başlamışlardı ve jeongin...

"artık yiyelim nolur!"

jeongin çok acıkmıştı. chan hyung sonunda lütfederek gözlerini sangyeon'dan çekip jeongin'e çevirdi. endişeli suratını görmüştüm ve birkaç saniyeliğine neden onu yumruklamak istediğimi unuttum.

"özür dileriz jeonginie, dalmışız bebeğim. hadi başlayalım."

bir çok kafadan onaylayan sesler yükseldiğinde herkes tabaklarına bir şeyler doldurmaya başladı.

"seul'e ne zaman döneceksin peki?"

changbin ağzındakileri umursamadan sangyeon'la konuşuyordu. sangyeon hyung bir şey söylemek için ağzını açtı ama felix aniden changbin'i çenesinden tutup kendine çevirince susmak zorunda kaldı.

"ağzın doluyken konuşma. bu iğrenç." felix'in sesi onu tanımayan herhangi birini ilk duyduğunda korkutabilecek bir sesti. ama şu an duyduğum ses benim tuhaf arkadaşıma değil bir canavara ait gibiydi. kıskandığını fark etmiştim ama kucağındaki iguanası ve kalın sesi birleştiğinde kıskanmış bir sevgiliden çok changbin'i öldürmek isteyen bir manyağa benziyordu.

changbin, kaşlarını çatmıştı ama cevap vermedi. sadece yutkunup kafasını salladı. onu çok iyi tanıyan biri olarak sevgilisinin verdiği tepkiye sevindiğini söyleyebilirdim. en azından felix'in ona değer verdiğini hissediyordu, değil mi?

"sangjae, tuzu ver." minho herkesin dikkatini üstüne çekecek bir şekilde elini uzatıp seslendiğinde neredeyse gözlerimi deviriyordum. herkes kafası karışmış bir şekilde minho'ya bakıyordu ama o aynı pasif agresif tavırıyla sangyeon hyung'a bakıyordu. sanki adamı öldürecekti.

"sangyeon." chan tuzluğa uzanıp minho'nun eline verdikten sonra sertçe konuştu. kafa karışıklığı bizlerde yerini gerginliğe bıraktığında minho'yla göz göze geldim. az önce sangyeon hyung'u öldüreceğini söylemiştim ya, onu unutun şu an bu odadaki herkesi acımasızca öldürüp üstüne kanımızda banyo yapabilecekmiş gibi duruyordu.

yutkundum. chan'i kıskanmıştı. ki normal olan buydu değil mi? sevgilisini kıskanacaktı sonuçta. içimdeki minho'yla aralarında bir şeyler olabileceğine inanan jisung bu yeni darbeyle acı bir çığlık attı. tekrar yutkundum. kesinlikle iştahım kalmamıştı.

minho, chan'in elindeki tuzluğu sertçe alıp yemeğine döndü. chan ne yaptığını farkettiğinde elini minho'nun baldırlarına koydu ama minho tabağını yere bırakıp ayaklandı.

"afiyet olsun beyler." o bahçeye çıkana kadar kimse hareket bile etmedi. felix elindeki tavuğu joe'ya yedirirken changbin'e yaslanmıştı, changbin'se kocaman olmuş gözlerle chan'e bakıyordu. seungmin ve hyunjin hızlıca yemeklerini yiyip kimseyle göz teması kurmamaya çalışıyorlardı ve jeongin'in nefes bile aldığını sanmıyordum.

"özür dilerim." sangyeon hyung elini ensesine atıp utangaçça mırıldandığında chan kafasını iki yana salladı. "hayır hayır! senin suçun değil. canı sıkkın sadece daha kibar olmalıydı. minho adına ben özür dilerim."

someone's someone | minsungWhere stories live. Discover now