yerim'in montu ve kim kimi öldürdü polemiği (ft. chan hyung)

11.2K 1.1K 4K
                                    

'her şey düzelecek' lafını çok duydum. küçükken büyükanneme kanser teşhisi konduğunda duydum, büyükannem beş ya da altı hafta sonra öldü. annem evi ilk terkettiğinde de duydum, annem dönmedi.  changbin'le oyun oynarken yere düştüğünde de duydum, bacağı kırıldığı için ameliyat olması gerekti.

hiçbir şey düzelmiyordu yani. hiçbir şey asla düzelmiyordu. sadece bitiyordu. acı bitiyordu, ya da depresyon bitiyordu. ama geri alınamıyordu.

starburns'ün aptal partisinden ters giydiğim tişörtümle çıkarken de hiçbir şeyin düzelmeyeceğini biliyordum. bugüne kadar batırdığımı düşündüğüm zamanların hiçbirinde aslında batırmadığım gerçeğini yüzüme çarpıp duruyordu beynim ve ben nereye gittiğimi bile bilmeden koşuyordum.

peşimden gelmediler demek istemiyorum çünkü peşimden geldiler mi bilmiyordum. aslında bakarsanız etrafımda olup biten hiçbir şeyi bilmiyordum.

şehir merkezine o allahın unuttuğu evden nasıl indiğimi bilmiyordum mesela.

kalabalıkları sevmezdim aslında. ve burası kalabalıktı, gerçekten çok kalabalıktı. gecenin bu saatinde ne amaçla dolandıklarını bilmediğim sayısız bedenin arasında nefes alamıyordum. herkes bana bakıyormuş gibiydi ve normal şartlar altında kendimi bu kadar önemli görmesem de kimi sarhoş kimi sadece keyifsiz olan bakışların hedefi benmişim gibiydi.

sanki tanımadığım onlarca insan karşıdan karşıya geçmeyi, kahvelerini içmeyi ya da arkadaşlarıyla konuşmayı bırakmış beni izliyordu. sanki hepsi yıllardır minho'ya aşık olduğumu biliyordu ve beni yargılıyorlardı.

her yöne bakarak yürümeye çalışıyordum, bana bakan insanların hepsine karşılık vermek istiyordum ama çok zordu. bir şeylere ya da birilerine çarpmadan yürümek çok zordu.

beynimin sağlam kalan bir kısmına sığınmış zavallı bir jisung 'sana bakmıyorlar gerizekalı, sakin ol' diye bağırıyordu ama paranoya yüzünden yere yatıp ağlamaya başlamamı söyleyen jisung'lar yüzünden duyamıyordum onu.

biri beni burdan alsın istedim o an. üzerinde rolling stones tişörtü olan bir kıza çarpıp güzel ve yaratıcı bir küfür hakettikten sonra burdan çıkmak istedim.

kimi arayacaktım da gelip beni kurtaracaktı bilmiyordum. günlerdir görmezden geldiğim hyunjin'i, beni eline geçirse dinlene dinlene dövecek olan changbin'i, az önce odada bırakıp gittiğim mingi'yi, ya da dünyanın en bencil insanı olduğumu düşünen ve sevgilisine aşık olduğumu öğrenmiş chan hyungu arayamazdım.

aslında kimseyi arayamayacağımı farkettim o an. çünkü hiçbir işe yaramayan telefonum hayatımı mahveden partide, ağlayarak terk ettiğim odanın hemen alt katındaki vestiyerde kalmıştı. gerizekalı telefonumu gerizekalı olduğum için ceketimin cebinde bırakmıştım.

paranoyam ya da belki de panik atağım da bu sıralar büyüdü ve benim ayaklarım onları çok zorladığımı bana hatırlatmak istercesine çalışmayı kestiler.

yere düşmediğim için şanslıydım. kendimi büyük bir zorlukla kaldırımdan çekip aptal binalardan birinin sağ tarafına atabildiğim için şanslıydım. yere düşsem binlerce acımasız ayak tarafından ezilirdim çünkü. keşke kalbim de bedenim kadar şanslı olsaydı.

bir kaç adamın sigara içtiği köşeye çöktüm. hayır gerçekten çöktüm. titreyen bacaklarım ben bir şey söylemeden kırıldılar ve aptal bedenim kendini yerde buldu. kendi kendimi mümkün olduğunca küçülttüm, bacaklarıma sarıldım, hıçkırıklarıma rağmen suratımı onların arasına gömdüm. dünyada kapladığım yüzey alanını azaltmak için her şeyi yaptım.

someone's someone | minsungWhere stories live. Discover now