pankreaslardaki bir iki kara delik

11.2K 1.1K 3.1K
                                    

kara delikler çok gariplerdi. üstelik bu tam olarak ne halta yaradıkları bilinmeyen hiçliklerin ne kadar garip olduğunu anlamanız için öyle uzaya falan gitmenize de gerek yoktu.

benim içimdeki de yeterli bir örnekti.

her şeyi yutuyorlardı, bunu kesin olarak söyleyebilirdim. çünkü içimde hiçbir şey kalmamıştı uyandığımda. ne bir endişe, ne bir duygu ne de iç organım vardı. acıkmamıştım bile.

chan hyung çalışma masamda uyuya kalmıştı. sandalyemde daha doğrusu. ne zaman dizlerindeki başımı kaldırıp da oraya geçti bilmiyordum. ama kafası geriye düşmüş uyuyordu karşımda. dönen sandalye de bana dönüktü üstelik.

huzurla uyuyor gibi de değildi. belki huzurla uyuyamadığını bildiğimdendir ya da sandalyemin ideal bir yatak alternatifi olmayışındandır ama rahat gözükmüyordu işte.

yatağımdan doğrulmak için önce içimde biraz enerji bulmam gerekmeseydi kalkıp onu kaldırırdım belki. ya da belki lisedeyken nasıl hayatında hiç minho'ya sarıldığı zamanki kadar rahat uyumadığını söylediğini hatırlayabilirdim. ama yapamadım ikisini de.

çünkü komodinimin üstünde duran telefon titremeye başladı. benim değildi. tabi ki benim değildi, beni kim arardı ki?

ve meraklı biri olsam da insanların telefonlarını karıştıran biri değildim. ama ekranı açıktı chan hyungun siyah telefonunun. minho'nun adı da, chan hyungun onun için seçtiği fotoğraf da bes belli ortadaydı.

ben de telefonun ekranına baktım. öylece baktım. minho'nun çatık kaşlarıyla kameraya baktığı fotoğrafı inceledim. elim gitmedi diyemem. gitti çünkü, az kalsın alacaktım elime telefonu. ama arama sonlandı. minho'nun suratı kayboldu ve titreme de kesildi.

bildirimleri vardı. sayamayacağım kadar fazla mesaj vardı alette ve yenileri gelmeye devam ediyorlardı. felix'in ismini görmüştüm mesajlardan birinde ama en sık gözüken kesinlikle minho'ydu.

sabah uyandığımda pankreasımda bir kara delik belirip tüm benliğimi yutmamış olsaydı eminim ağlamaya başlardım. neden ağlardım bilmiyordum, belki önceden benim telefonumun da bu bildirimlerle doluyor olmasına belki de o isimlerden hiçbiriyle konuşmuyor oluşuma ağlardım. ama kesin ağlardım yani.

minho bir daha aradı. telefon yeniden titriyordu ve ben bu sefer telefonu elime aldım. chan hyung hala uyuyordu, kontrol etmiştim. uyuduğunu biliyordum. sadece kontrol etme sebebimin rahatsız olmasından korkuyor oluşum olduğunu umdum. eğer minho'nun aramasını cevaplayabileyim diye uyanmasın istiyorsam korkunç biri olurdum. hala değilsem tabi.

açtığımı söylememe gerek yok sanırım. titreyen ellerimle, ki nasıl titremeye yetecek enerji bulmuşlardı bilmiyordum, telefonu elime alıp yeşil tuşa dokundum. gözlerim chan hyungun uyuyan bedeninden ayrılmamıştı sadece, onlar dışında kalan her şeyim minho'daydı.

minho'nun sesindeydi mesela. sinirli geliyordu ama sebebinin endişe olacağını bilecek kadar tanıyordum onu. kim bilir chan hyung partiden çıkarken ne söylemişti ona, aslında belki de haber bile vermemişti. "nerdesin sen?"

"hyung." başka bir şey diyemedim. 'hyung, benim jisung. chan hyung benim yanımda, endişelenme.' diyemedim. çünkü sesini özlemiştim. onu duymayı özlemiştim, bu kadar özleyebileceğimi bilmiyordum üstelik.

"jisung? sen... chan yanında mı?" diye sordu. sesi başta anlam verememiş gibi geliyordu ama sonra stabilleşti. sanırım sevgilisinin güvende olduğunu bilmek benim neden bu telefona cevap verdiğimi bilmekten daha önemliydi. onu nasıl suçlayacaktım ki?

"evet. uyuyor şu an. dün gece benim yanımdaydı."

"uyanınca beni aramasını söyleyebilir misin? okula gitmem gerekiyor teslim etmem gereken bir şey var. yoksa yanınıza gelirdim ama kaçıramam. sen söylersin aradığımı, olur mu?" korna sesi geliyordu. yoldaydı sanırım, ve ne zaman konuşmaya başladığımızı umursamamıştı. minho zaten umursamazdı ama işte aptal bir çocuk olduğum için biraz daha önemli olmak istedim onun gözünde. ne olduğunu sorsun istedim.

someone's someone | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin