"arkadaşlarım olmadan"

12.6K 1.2K 6.9K
                                    

bazen işlerin planladığınız gibi gitmemesi iyi olurdu. hiç beklemediğiniz sebeplerden hiç beklemediğiniz sonuçlar doğardı ve bazen, sadece bazen olması gerekenden de iyi bir şey çıkardı ortaya.

benim için değil tabi. benim için hiçbir şeyden asla iyi bir sonuç çıkamazdı.

belki mingi dışında.

song mingi belki de hiç beklemediğim halde iyi sonuçlanan sebebimdi. çünkü sadece bir kaç saat önce her şeyimi kaybetmiş olmama rağmen suyla doldurduğum küvetime elimde hala prize takılı mikrodalgamla oturmak istemiyordum. mingi'nin kollarının arası rahattı.

salonumun ahşap zemininde mingi'nin bacaklarının arasında oturuyordum. dakika başı gözlerim karardığı ya da ağlamaya başladığım için beni bırakmama kararı almıştı ki dürüst olmak gerekirse bir sorun olarak görmemiştim bunu. kolları bütün vücudumu sıkıştırmasına, omzuma yasladığı kafası yüzünden aldığı her nefesi boynumda hissediyor oluşuma ya da her güldüğünde sırtımda diyaframını hissediyor oluşuma rağmen uzun süredir bu kadar rahat hissetmemiştim.

bilirsiniz minho'ya aşık oluşumu hep bir bataklık sandım. bataklıktansa bir uçurum olduğunu ben de yeni farkettim açıkcası. beni tutacak kimse kalmadığında ve ayağım tökezlediğinde aslında yavaş yavaş batmadığımı, hızla yere çakılmama ramak kaldığını farkettim.

ama düşmedim. çünkü mingi mucizevi bir şekilde herkesin tek tek indiği tepede belirdi ve beni yakaladı.

yuta, hyunjae, juyeon ve vernon kafaları yeterince güzel olduğunda, ya da en azından buna kanaat getirdiklerinde, evimi boşalttılar.

mingi o gece salonda yatmamızı önerdi. ben de sevişmek istedim. bir süre de sevişeceğiz sandım zaten ama mingi dakikalar süren öpüşmemizi bozup üstümü örttü. ucuz bir hareketti ama kırmızı aptal battaniyemin altında gülümsedim. ne kadar gülümseyebildiysem o kadar gülümsedim yani.

ertesi gün okulu ekmedik. ki ben ekeceğimize emindim. biraz da ekeceğimizi umdum aslında. arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakacaktım bilmiyordum. istiyor muydum onu da bilmiyordum ama en korkutucu olanı onların beni görmek isteyip istemediğini bilmiyor oluşumdu.

mesaj beklememeliydim. ya da bir arama ama bekledim tabi ki. hyunjin'in isminin telefonumda belirmesini, changbin'in büyük harflerle yazınca korkutucu olduğunu zannettiği bir kaç mesajın bildirimlerime düşmesini bekledim. ama olmadı. aramadılar.

okul sıkıntılı geçmedi. yani ilk iki saat en azından. mingi'yle motoru park ettiğimizde medya dersimin iptal olduğuyla ilgili bir mail aldım ve mingi de benimle birlikte olmak için dersi ekmeye karar verdi. yani endişelenecek bir şeyimiz yoktu.

ama öğleden önce sanat tarihi dersim vardı. sadece on bir kişilik kontenjanı olan dersi ilk başta alma sebebim de seungmin'di. daha önce hiçbir dersi bu kadar ekmek istediğimi hatırlamıyordum.

şansımın yaver gittiğini söyleyerek uğursuzluk getirmek istemiyorum ama biraz öyle oldu. çünkü vernon'ın da sanat tarihi aldığını öğrendim. en azından seungmin'le aynı odada tek başıma oturmayacaktım.

ve ben seungmin'i tanırdım. daha sınıfa girmeden nerde oturduğunu biliyordum. bu yüzden vernon'ın koluna yapışıp arkasına saklanmamak için çok büyük bir çaba sarfettim. en yakın arkadaşımdan bu kadar korktuğuma inanamıyordum.

"bence saçmaydı en azından. yuta'nın hala okuyor olmasının tek açıklaması da gerizekalı olması zaten. sen beni dinliyor musun?"

vernon'ı dinliyordum aslında. yuta'nın geçenlerde karıştığı bir kavgayı anlatıyordu ama konuyla ilgili bir yorumda bulunamadım. saniyeler önce girdiğimiz sınıfın ortalarında oturan ve gözlerini bir saniye bile ayırmadan bana bakan seungmin'e kaymıştı odağım.

someone's someone | minsungWhere stories live. Discover now