lütfen beni engelle

15.7K 1.8K 4.1K
                                    

changbin arabayı yol kenarındaki dinlenme tesislerinden birine çektiğinde felix'le hala aynı saçma kavgayı ediyorlardı.

"yani jisung'un tuvalete gitmesi gerekince arabayı durduruyorsun ama joe istediğinde bunu yapmıyorsun, öyle mi?"

gözlerimi devirirken changbin'in de aynısını yaptığına emindim. ikisi de arabayı terk etmişti tabi ki ama tartışma devam ediyordu. korkunç kısmıysa felix sol kolunda joe'yu tutuyordu. şu an kesinlikle iguanalı bir sharpay evans havası veriyordu ama pek de umursayamadım. çünkü bu araba hareket ettiğinden beri kafası omzuma yaslı olan minho'yu uyandırmam gerekiyordu.

hafifçe ona döndüm. biraz ağlamıştı sanırım ama ne zaman ağladığına emin değildim. yanakları kızarıktı ve kurumuş dudakları sarkmıştı. bana kalsa sonsuza kadar burda uyuyabilirdi ama onu kaldırmam ve mümkün olduğunca kısa sürede chan'le barıştırmam gerekiyordu.

bu biraz manyakça farkındayım ama ikisini de üzemezdim. hyunjin kime aşık olacağımızı seçemeyeceğimizi söylerken haklıydı. eğer bana böyle bir seçenek verilse minho'yu seçmezdim. en azından seçmeyeceğime inanmam gerekiyor, çünkü eğer bilerek bunu yaptıysam bu beni arabadaki en kötü insan yapar. sikeyim arabayı, belki de dünyadaki en kötü insan yapar.

minho hafifçe kıpırdandığında artık düşünmeyi kesip onu kaldırmam gerektiğini anladım tabi ki. omzunu dürterken mümkün olduğunca naziktim. ama o bir hayvan olduğu için uyanmamıştı. bu yüzden biraz daha sert bir şekilde dürttüm.

"minho, uyan hadi."

küçük bir mırıltı çıkarmıştı ama uyandığını söyleyemezdim. gülümsedim, zaten en ufak hareketine gülümsüyordum.

"uyan, hyung."

bu sefer kahverengi gözlerini görebilmiştim. kızarmışlardı. esnemelerinin arasında onları ovuşturuyordu. daha da geniş gülümsedim. çünkü şu an tapılası gözüküyordu, her zamanki haliydi yani.

"geldik mi?" kısık sesi kulaklarıma ulaştığında oturduğum yerde dikleştim. şimdi zor kısıma gelmiştik işte. ona chan'e aşık olduğunu hatırlatmam gerekiyordu. bu sayede ait olduğu yere, chan'e gidecekti. zor kısmı hatırlatmak değildi, zaten onu çok özlediği belliydi. en ufak fırsatta koşacaktı chan'e. zor olan bunu ağlamadan yapmak zorunda oluşumdu.

"hayır gelmedik. mola verdik sadece."

"beni niye uyandırıyorsun o zaman amına koyayım?"

tekrar uyumak için omzuma yatmaya yeltendiğinde vücudumu ona döndürdüm. baygın gözleriyle bana yalvarıyordu. uyursa chan'i düşünmeyecekti, canı da acımayacaktı. bu hissi biliyordum. ama kalkıp sevgilisine gitmesi gerekiyordu.

"uyandırdım çünkü..." ellerimi omzuna koydum ve hafifçe sarstım. hala esniyordu ve sadece bir gözü açıktı. üstelik ağzını kapatma zahmetine de girmemişti. normal da büyük ihtimalle tiksineceğim bu davranışının güzelliği karşısında ağlamak istiyordum ben de.

"...çünkü şimdi chan'in yanına gidiyorsun ve jeongin buraya geliyor."

"jisung-"

"hyung, seni seviyor. kaybetmekten korkması çok normal. şimdi sevgilinin yanına git ve onu öp. sonra da o adamı engelle."

minho'nun kaşları hayretle havaya kalkarken ben dolmuş gözlerimdeki yaşları akıtmamak için yanağımın içini dişlemekle meşguldüm. kafamı cama çevirip arabasının yanında yere çökmüş chan'e baktım. sarı saçları darma dağınıktı ve korkunç gözüküyordu. hayır gerçekten, göz altları morarmıştı ve her an ağlayabilecek gibiydi. çünkü minho'yu çok seviyordu, onsuzluğa dayanamıyordu. ki ben bu hissi de biliyordum. minho gözlerimi takip edip ona baktığındaysa gözlerinden geçen acıyı gördüm. yemin ederim gördüm. sevdiği adamı o halde görmek onu kahretmiş olmalıydı. zaten ne zaman kavga etseler ikisi de perişan olurdu.

someone's someone | minsungWhere stories live. Discover now