Chan Minho'ya bir şarkı yazmış

14.8K 1.4K 3.6K
                                    

okul başlıyordu. minho'yu unutma kararımı alışımın üstünden 5, yapamayacağımı farkederek saatlerce ağlamamın üstünden 4 gün geçmişti. ve şimdi bir de okul başlıyordu.

okulu sevmediğimden değildi, okulu sevmiyor değildim. hayır, ben okuldan nefret ediyordum.

sevdiğim tek şey her dönem itinayla minho'yla denk getirebildiğim ders programlarımdı. üstün çabalarımla haftanın bir gününü sadece minho ve benim öğle aralaramız denk gelecek şekilde ayarlayabiliyordum. ve her ne kadar bazı arkadaşlarımın arkasından iş çevirsemde sonucunda minho'yla baş başa yemek yeme hakkı kazanıyordum ki bunun için her şeyi yapabilirdim zaten.

bu dönem yapamadım. changbin ve hyunjin yıllardır esrarengiz bir şekilde dolan derslerinin program haftası bitmeden dakikalar önce boşalması ya da aniden onlara almayı teklif edip daha sonra bıraktığım dersleri geçen haftalarda öğrendikleri bilgilerle birleştirdiklerinde yaptığımı farketmişlerdi. onlara göre bu "sağlıksız" ve "bana zarar verecek" bir şey olduğu için de bu dönem bunu yapmamı engellemişlerdi. minho'yla baş başa yemek yiyemeyecektim.

bir saat de olsa minho'nun ilgisinin merkezi olamayacaktım, sevmediği sebzeleri yüzünü buruşturarak benim tabağıma ittirmeyecekti, onu sinirlendiren profesörlerini ilk bana anlatmayacaktı. okulun en iyi yanı da bu şekilde yok olacaktı ve ben bu dönem okula gideceğimi bile sanmıyordum.

sangyeon hyung'un uzattığı koli düşüncelerimi böldü. pek de ağır olmayan karton kutuyu ondan alıp arabasının arka koltuğuna bıraktım. iki gün sürmüştü ama sangyeon hyung'un toparlanması bitmişti sonunda.

ben arabanın kapısını kapattığımda chan hyung kolunu omzuma doladı. hepimiz orta yaşlı apartmanın önünde dikiliyorduk. "şimdi ne yapalım?"

seungmin biraz daha hyunjin'e sokulup tek kaşı havada bize döndü. farketmeyeceğini belirten bir omuz silkmesiyle karşılık verdim ama arkadaşlarımın kalanı çoktan günü planlamaya başlamışlardı.

seungmin, farklıydı. ben ona minho'ya aşık olduğumu söylediğimden beri hareketlerinde hiçbir değişiklik olmamıştı. inanılması güçtü ama olmamıştı. bana sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi, her zaman ki gibi davranıyordu. ve ben her ne kadar hyunjin, changbin ve sangyeon'dan gördüğüm ilgiyi takdir etsemde seungmin'in bu tavrı iyi gelmişti. bozuk olduğumu unutturuyordu, belki de bir şansım varmış gibi hissettiriyordu. minho ve chan öğrendiklerinde onlar da görmezden gelebilirlermiş gibi.

gelemezlerdi. changbin'in arabasının arka koltuğunda felix'in omzuna yaslandığımda bunu düşünüyordum. ben ne kadar saklamaya çalışırsam çalışayım öğreneceklerdi ve bitecekti. hayatlarından çıkacaktım.

"acıktın mı?" felix bir yandan saçlarımı karıştırırken gözünün ucuyla bana baktı. kafamı iki yana salladıktan sonra gözlerimi kapattım. aç değildim ve kesinlikle muhabbet etmek istemiyordum. changbin'in dikiz aynasından üstümde olan bakışlarının ağırlığını hissettim ama sadece felix'e biraz daha sokuldum. iyiymiş gibi yapmak son 5 gündür daha da zor bir hale gelmişti. tükenmediğimi umabiliyordum sadece, hala yaşamaya devam edebileceğime inanmak istiyordum.

ama zordu işte. yıllar içinde kazandığım pratiğimi kaybetmiş gibiydim, yüzüme kimse endişelenmesin diye aptal bir sırıtış asmak bile 10 gün uyumak istememe sebep oluyordu.

çünkü güzel değildi. dünya yaratıldığından beri yazılmış şarkılarda, çekilmiş filmlerde geçen en yakın arkadaşına aşık olma mottosu kesinlikle güzel değildi. tüm o sonsuza kadar eğlenme, her seferinde beraber gülme ya da hiç yalnız hissetmeme efsaneleri ya kafası gerçekleri göremeyecek kadar iyi biri tarafından yazılmıştı ya da en yakın arkadaşı da kendisine aşık olan biri tarafından.

someone's someone | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin