4

15.2K 1.9K 1K
                                    

🎗

Bu dünyada nefes almadan önce, ileride yaşayacağım hayatın niteliklerini seçebilme şansım olsaydı her birinin orta hâline sahip olmak isterdim. Benliğim tamamen vasatı yaşamayı arzuluyordu. Hayatımın merkezine oturmuş tüm bu şaşaa, görünmeyen bir elin boğazıma soluğumu kesmeye and içmiş gibi yoğun bir baskı uygulamasına neden oluyordu. Babamın bana sunduğu, benim mülkiyetimde olan her eşya fazla parlaktı. Onları sahiplenmek, her ihtiyacımı onları nefretle kullanarak gidermek kendime olan saygımı yavaş yavaş yitirmemdeki en belirgin etkendi.

Görkemi beni rahatsız etmeyen tek bir yer vardı: Devasa evimizin devasa kütüphanesi, benim sığınağım. Annem obsesif bir kitap kurduydu. Kütüphanede bulunan binlerce kitap özenle kaplanmış, numaralandırılmış, boyları tavana dek ulaşan kahverengi kitaplıklara sırasıyla yerleştirilmişti. Buraya gelmek, kitap kokusunu ciğerlerimin en ücra köşelerinde hissetmek en kötü zamanlarımda bile iyi hissettirirdi. Beni karşılıksız seven tek varlık biricik annemin özenle baktığı kalabalık dostları her seferinde bana kollarını açar; devasa kitaplıklar beni aralarına alır, âdeta sarıp sarmalarlardı. Ya da bunların hepsi birer deli saçmasıydı ve ben sevgiye o kadar açtım ki bir yığın kereste, yüzlerce sayfa kağıttan şefkat gördüğümü iddia ediyordum.

Her zamanki yerimde, kapıdan girdiğinizde sağınızda kalan beşinci ve altıncı kitaplığın arasındaydım. Elimde annemin, babamın baskılarından dolayı kötü ve değersiz hissettiğim her an odama gelerek okuduğu Çin efsanelerinden oluşan bir kitap vardı. Sayfaları çevrilmekten yıpranmış, yer yer yırtılmış, ilk sayfasında yalnızca 7 yaşındayken mor bir mürekkep kullanarak çarpık harflerle yazdığım ismimi içeren bu kitabı; buraya saklanacak kadar kırıldığım her an okuyarak iyi hissetmeye çalışırdım.

Hayatımın kontrolünün benim elimde olmadığını çok erken yaşta keşfettiğimden kırıkları canımı daha fazla yakmasın diye hayal kurmamayı öğrenmiştim. Babamın evleneceğimi söylediği o gün yemek masasında ya da Jeongguk'un zihnimin bakir köşelerine dokunarak daha önce hissetmediğim arzuları açığa çıkardığı o yarım saatlik anda, irademe sahip çıkamayıp gözlerimin önüne birkaç mutlu sahne çizmek en büyük pişmanlığımdı. Şimdi burada önümdeki bu kitapla kendi kendimi iyileştirmeye çalışıyor, kendimi men ettiğim tüm eylemleri tekrar gözden geçiriyordum.

Ten uyumu, kimya, çekim... Hepsi daha önce kulağıma çalınmış, ergenlik zamanlarımda aldığım omega fizyolojisi ve psikolojisi konulu derslerde üzerinde durulmuş kavramlardı. Teorik bilgilerime göre bir alfa ve bir omega arasında; salgılanan feromonlar, auralar, fiziksel özellikler gibi birçok etmenden beslenen bir kimya oluşuyordu. Günümüz ilişkilerinde tarafların karşılıklı zevk alabileceği ölçüde bir uyum herkes için tatmin ediciydi.

Bazı bilginler her kurdun tamamiyle uyuştuğu bir eşinin olduğunu savunurlardı. Karşılaşmaları oldukça nadir bir durum olsa da oldukça tutkulu bir ilk temastan sonra aralarındaki akıl almaz şehvet aşama aşama aşka dönüşürdü. Birbirlerinden ayrı kalamazlar, her an ufacık da olsa bir temasa muhtaç olurlardı.

Kafamın içinde dönüp duran tüm bu bilgiler bugün yaşadığım o yüz kızartıcı anları aklıma getirse de milyonda bir yaşanan bu birleşmeye benim gibi bahtsız bir omeganın sahip olacağına asla ihtimal vermiyordum. O anlarda kurdum kulağıma Jeongguk'un eşim olduğunu fısıldasa da temiz bir zihinle düşündüğümde yaşananların anlık gelişen safsatalar olduğuna inanıyordum. Bu bağın oldukça kutsal olduğu öğretilmişti bana çünkü; annem bile bileğinde ritim olan kurtlar hakkında hayranlıkla konuşur, onların evrendeki en şanslı varlıklar olduklarından, ikinci yarılarını bulduklarından ve ölüm onları ayırana dek büyük bir aşkla mutlu yaşadıklarından bahsederdi. Hatta biri öldükten sonra nabzı atmayı bırakınca kimyanın ritmi de kesildiğinden bir diğer kurdun da kalbinin durduğunu bile söylerdi.

to begin again | taekookWhere stories live. Discover now