16

9K 989 173
                                    

🎗

Var olduğumuz günden bu yana insan olmanın getirisi olarak gereksinim duyduğumuz temel olaylar vardı. Hayatta kalmak için önce karnımız doymalıydı, geri kalanları planlayabilmek için gereken enerjiyi böyle sağlardık. Sonra güvenli bir sığınak arardık; bizi tehlikelerden koruyacak bir barınak bulma içgüdüsüyle hareket eder, emniyette hissedebileceğimiz bir alan için çeşitli bedeller öderdik. Bazen duvarlarında kendimizi ifade ettiğimiz mağaralar kabul ederdi bizi, bazen gövdesi kocaman bir ağacın dallarıyla örtülmüş küçük bir oyuk, bazen bez çadırlar, bazen toprak, kerpiç, ahşap yapılar, bazen de tuğlalarla örülmüş devasa betonlar.

Etten ve kemikten bir barınak da olur muydu? Malzemenin ne önemi vardı ki? Önemli olan ait hissetmek; güveni, huzuru, dinginliği bir arada yaşamak değil miydi? Çatısı altında diken üstünde hissettiğin yer sana yuva olmazdı. Baktığın her köşede yaşanmışlığın ya da yaşanabileceğe dair bir hayalin yoksa orası hiçbir ihtiyacının cevabı değildi.

Kalın ve yüksek duvarlarla çevrili büyük villa bazen bana yuva olurdu. Bahçesine ektiğim rengarenk çiçekleri sularken, annemin sürekli bana masallar okuduğu koltukta resimler çizerken, Jeongguk odamdaki mor çarşaflı yatağı büyük bedeniyle süslerken eksikliğimin giderildiğini hissederdim ama babamla birlikte yemek yediğim, tablolarla süslü oda bana güven vermezdi ki; kapısının önünden geçerken dahi titrediğim çalışma odası içerisinde dönen olayların bilincinde olduğumdan tüm huzurumu kaçırırdı.

Basite indirgediğimde, büyük çerçeveden baktığımda tüm kilit noktalarının sahip olduklarıma yüklediğim anlam etrafında şekillendiğini görüyordum. Cansız nesnelere atfettiğim mana onlara ruh veriyordu mesela; yalnızlığıma deva olan kitaplar hissediyordu, hissettiriyordu; Jeongguk'la mutlu sabahlarımıza şahit olan duvarlar aşkımıza hayran oluyordu.  Ruhu hali hazırda var olanları ise gruplandırıyordum: bana iyi gelenler, beni kıranlar. İkinci gruptakiler bana yuva olamazdı, hiçbir kriteri karşılamıyorlardı. Geri kalanlar ise, ki oldukça az sayıdalar, hayata tutunma sebeplerimdi. Sevgi hissini iliklerimde hissetmemi, tüm olumlu duyguları tecrübe ederek zirvede yaşamamı sağlayan yegâne kişilerdi.

Jeongguk Jeon, benim evim. Teninin tenime değdiği her an güven duygusu her yanımı sarardı. Bana kimse ulaşamazdı, canımı kimse yakamazdı. Jeongguk'un ritimle inip kalkan geniş göğsünü sırtımda, güçlü kollarını belimde hissettiğim hiçbir gece uykularım kabuslarla bölünmezdi. Tüm bunların benim savunmasız bir omega olmamla ya da Jeongguk'un kuvvvetli bir alfa olmasıyla alakası yoktu, tamamen hissiyatla ilgiliydi tüm bunlar. Annem cılız bir omegaydı ama ben onunlayken de korkusuz ve ulaşılamaz hissediyordum mesela. Babam tek bir tokadıyla insanları bayıltabilecek güçte bir alfaydı ama bana hiçbir zaman güvende hissetirmemişti.

Temiz havayı geride bırakarak oldukça yüksek sesli bir müziğin hakim olduğu; insanların salgıladıkları adrenalinden, terden ve feromondan dolayı oldukça boğucu olan bir atmosfere geçiş yaptığımızda normalde arkama bakmadan kaçacağım bu ortamı alıcı bir gözle süzmemi sağlayabilen neden, kollarının altında olduğum bedendi. Mekanın ortasındaki pistte kendilerinden geçmişçesine dans eden insanlara gülümsedim, oldukça eğleniyorlardı. Mutlu ve enerjik hisseden kişilerin etrafımda bulunmasını seviyordum.

"Bu tarafıma gel güzelim, biri çarpmasın. Kalabalıkmış bayağı, hafta sonuna denk geldik." Jeongguk belimi sıkıca sararken tüm vücudumu kendisininkine yapıştırmış, beni bedenine saklamıştı. Elimdeki karton poşetı sıkıca tutarken tanıdık bir simaya rastlamak adına etrafı süzmeye devam ettim. "Jeongguk, göremiyorum ben kimseyi. Gerçekten de çok kalabalıkmış burası ama olsun, böyle daha eğlencelidir bence." Boynuna sıkışan kafamı hareket ettirerek onunla göz kontağı kurmaya çalıştım, saçlarımı öperek tokamı düzeltti.

to begin again | taekookWhere stories live. Discover now