11

16.3K 1.6K 1K
                                    

🎗♡

Altı yaşındayken anneme sürekli beni ne kadar sevdiğini sorardım. Soyut kavramını ve getirilerini algılayamayan zihnim; gözümle görebileceğim, dokunabileceğim ve en nihayetinde bir şekilde hissedebileceğim bir cevabı arardı. Annem edebiyattan hoşlanırdı. Sevgisini; söylediğinde anlayamadığım ve şu an hatırlayamadığım kelimelere sığdırdığına, gayet tatmin edici cevaplar verdiğine emindim ama beş yaşındaki algım şiirsel cümleler için müsait değildi. Günün sonunda sevgisinin tutarı için verdiği birkaç somut örnek, eksik dişlerimle kocaman gülümseyerek onu öpücüklere boğmamı sağlardı.

Şafak söktüğünde, güneş gökyüzünü kızıla boyayarak ayı ışığında sakladığında yüzümü okşayan parmaklar ve kulağıma çalınan yumuşacık ses, beni arabayla beş saat süren bir yolculuk için uyandırırdı neredeyse her cumartesi sabahı. Sonu anneme babasından yadigâr kalmış, şehir merkezinden oldukça uzak büyük çiftlik evine bağlanan yolların çoğunu tanımazdım; böyle sabahlarda göz kapaklarımın üzerinde anlayamadığım yükler olurdu sanki, sıcak yatağımdan kalkarken vedalaşamadığım uykum tekrar beni bulur, gözlerim kapanırdı. Sonra en sevdiğim kısma gelirdik, annemin özenle hazırlayarak muhafaza ettiği çikolatalı çörekler sarıldıkları bezlerden sıyrılırlardı. Kokuları burnuma ulaştığında rüyalarımda çay saatleri yapmakta olduğum Disney prensesleri, arkadaş olduğum tavşanlar, birlikte dünyayı kurtardığımız süper kahramanlar yerlerini içinde akışkan çikolata barındıran yumuşak hamurun hayaline bırakırdı.

Ağzının kenarlarına bulaşan çikolatayla, bozuk yolun arabada yarattığı her sarsıntıda cama çarpan kafasıyla, uyku nedeniyle şişmiş yeşil gözleriyle gülümseyen bir çocukken bu yolculukların uyanık olduğum anlarında ilkbaharın yetiştirdiği polenlerin rüzgârın etkisiyle uçuştuğu manzaraları izlerdim. Beyaz polenler burnumu kaşındırır, zaman zaman hapşurmama neden olurdu; güzellerdi ve sınırlarını kavrayamayacağım kadar fazlalardı.

Ben hayran hayran onları izler ve camdan çıkardığım elimle havada süzülen birkaç tanesine ulaşmaya çalışırken annem kulağıma usulca fısıldardı. “İşte Taehyung” derdi. “Gözünün görebildiği her alana yayılmış bu beyaz tanecikler, sana olan sevgimin zerresine bile tekabül edemez.” Annemin nefesi tenimi karıncalandırırken duyduklarım beni hayrete düşürürdü. Polenler çok fazlaydı, rüzgâr bir kısmını alsa ve beraberinde götürse bile eksilmiyordu, sanki sonsuz bir kaynaktan besleniyordu. Mutlulukla kıkırdar, gülen gözlerimle boynuna sarılırdım.

Elindeki koyu kırmızı kupayla yağan yağmuru salonumuzun büyük camından izlediği günlerde yaptığım resimleri göstermek amacıyla kucağına otururdum, saçlarım çoğu zaman iki küçük örgüyle şekillenirdi. Ondan takdir görmek sahip olduğum en güzel varlıklardan biriydi. Kocaman gözlerimle ona bakar, uzun parmaklarının arasındaki kağıdı incelemesini izlerdim. Resmin her detayı bakışlarının esiri olurdu, çizgilerimle oluşturduğum her kompozisyonu analiz eder ve bana geri dönüşlerde bulunurdu. Yağmurun gürültüsünü bastıran sesiyle uzunca konuştuktan sonra onu can kulağıyla dinleyen beni göğsüne bastırırdı. Birbirinin kopyası olan yüzlerimizin yansıması cama düştüğünde elleri küçük ellerimi kavrardı.

“İşte Taehyung” derdi. “Yaşayan her canlının suya doymasını sağlayacak kadar fazla olan yağmur damlaları, senin kalbimde kapladığın alanın en küçük parçasını bile dolduramaz.”  Babamın, annemin, öğretmenimin, sınıftaki tüm arkadaşlarımın, kuşların, kedilerin, ağaçların, çiçeklerin ve daha aklıma gelmeyen birçok canlının suya ihtiyacı vardı. Tanrı’nın hepsini doyuracak kadar yağmur yağdırdığına inanamıyordum, milyonlarca yağmur damlası bu iş için ancak yeterli olurdu. O zamana annem kalbinde tüm bunlardan daha fazla yer ayırmıştı bana değil mi? Hissettiğim sevgi nefesimi keserken annemin yanaklarını okşardım, her zaman yumuşak olurlardı.

to begin again | taekookWhere stories live. Discover now