32- MAHALLE

60.8K 5.3K 3.8K
                                    

Bölüm şarkısı; Derman Sendedir- Blindnote

Annem üç tuğlayı birleştirip kapının önünde ekmek yapmak için ocak kurmuştu. İlk başta mahalleli buna karşı çıkar, yine karışırlar diye düşünmüştüm ama örgü yapan ablaların işine geleceğini hiç düşünmezdim.

"Caner, yağı getirsene." dedi annem kağıt gibi açtığı hamuru siyah sacın üstüne koyarken. Mahalleden bir kadında ekmeği çevirmesine yardımcı oluyordu.

Kafamı sallayıp açık olan kapıdan içeri girdim, annem nasıl olsa dışarıda diye düşünüp ayakkabımın ucunda mutfağa ilerledim ve dolaptan iki margarini alıp anında geri çıktım.

Şimdi yağlı ekmek yapacaktı ve bu ekmek o kadar güzel oluyordu ki, sırf bunun için işe gitmemiştim bugünde. İki gündür gitmiyordum ve adama haber verememiştim. O da anlamıştır telefonum olmadığı için haber veremediğimi. Zaten o işten çıkmak istiyordum, daha kazançlı bir işe girmek için.

Yağı annemin yanına götürüp koydum, o sırada mahallenin kadınlarına baktım. Hepsi buraya toplanmıştı neredeyse, sohbetleri de aşırı iyiydi. Ama tabi annem anlamıyordu.

"Ana babam yemek yedi mi?" dedim yaptığı ekmekten küçük bir parça alıp ağzıma atarken.

"Yedi çoktan." adam hiç dışarı çıkmıyordu, koluna girip gezdirmeyi teklif ettiğimde de gururuna yediremiyordu. Bilmiyordum.

Annem yağlı ekmekleri kadınlara göre yapmaya başlamıştı bile. Zaten açtığı sıcak yufka ekmeğinin üzerine yağ sürüyordu. Tabi içine peynir ya da çökelek girince daha da hoş oluyordu.

"Ayşe, gidip peynir getirsene kızım. Bunun yanında çok iyi gider." dedi örgüden kafasını kaldırıp arada sırada sohbete katılan kadın.

Ayşe yine telefonla oynuyordu, oflayarak ayağa kalktı ve gözlerini telefon ekranından çekmeden içeri gitti.

Mahallenin çocukları ve kardeşlerim biraz ileride top oynarken, herkes kendi alemindeydi. O sırada Müzeyyen yanında yaşlı bir kadın ile bizim tarafa yaklaştı. Muhtemelen sohbete gelmişlerdi. Müzeyyen ile bakışlarımız buluşunca garip hissettim.

O biliyordu.

Kürşat ile ikisinin arasında ki olayı bir türlü çözemiyordum, mahalleli onların hakkında 'yine' konuşuyor diyordu. Demek ki önceden de konuşmuşlardı ve aileleri de bu durumu biliyordu. Ama Müzeyyen, Kürşat'ın beni sevdiğini de biliyordu.

İkisinin arasında ki mevzuyu acayip derecede merak ediyordum.

Kapıya yaslanmışken Müzeyyen annesi ile beraber en köşeye gidip oturdu. Bakışlarımı ondan çektim, sebepsizce utanıyordum.

Annem ekmekleri yaptıkça havada kapıyorlardı, baya beğenmişlerdi sanırım. Ben de bir parça aldığımda Müzeyyen'in ayağa kalkıp ekmeklerin olduğu kısma geldiğini gördüm. Vücudum kasıldı, çünkü ne zaman onunla karşılaşsam bir imada bulunuyordu.

Ekmeği bir tabağa koyup vücudunu dikleştirdi ve bana bakıp hafifçe gülümsedi. Daha doğrusu selam verdi, yapmacık bir şekilde selamını alıp bakışlarımı başka yöne çevirdim.

O sırada kahvehanede, her zamanki masasında oturmuş çay içen Kürşat ile göz göze geldim. Bu ne ara gelmişti buraya?

Bakışlarını benden çekmiyordu ve boylu boyunca süzüyordu. Kafamı sabır dilenir gibi iki yana salladım ve ekmeğimden bir ısırık daha aldım. Kaçamak bakışlarım kahvehaneye döndüğünde gözlerinin elimde ki ekmeğe kaydığını gördüm.

Canı mı çekmişti acaba şerefsiz kurdun?

Ona aldırmadan ekmeği yemeye devam ettim ama içim rahat etmemişti. Ekmeği bitirip bana bakan Kürşat'a döndüm. Kafamı hafifçe sağa doğru itip bizim arka bahçeyi gösterdim.

Afalladı, tesbihini çevirmeyi bırakıp çatık kaşları ile işaret parmağını göğsüne doğru tutup 'ben mi?' gibisinden baktı. Kafamı salladım, daha fazla şaşırdı.

Şaşırması bitince ayağa kalktı, kemerini düzeltti. Ardından tesbihini iki eliyle tutup boncuklarını çevirirken bizim evin önüne doğru ilerledi. Arka bahçenin iki tane girişi olduğu için bizim göremediğimiz tarafına ilerledi.

Kendime söve söve bir gazete parçasını yırtıp içine iki tane yağlı ekmek koydum. Belki öküzdür yetmez diye üçüncüyü de koydum.

Bedenimi kaldırırken Müzeyyen ile göz göze geldim. Sırıtıyordu, gözlerini benden çekip konuşan kadına dikti ama hâlâ imalı imalı sırıtıyordu. Kafamı iki yana sallayıp gazete kağıdını sıkıca tutup arkaya ilerledim.

Kürşat kafasını kaldırmış altında durduğu ağacın dallarını inceliyordu. Diğer yandan da tesbihini çevirmeyi de ihmal etmiyordu. Benim geldiğimi anlayınca gözlerini bana çevirdi.

Yine sevgi dolu bakıyordu bu kurt ve ben buna alışık değildim. Gözlerimi kaçırdım.

"Ne oldu?" diye sordu ben yanına varınca, gözlerine bakmamaya özen göstererek yüzüne çevirdim gözlerimi. O da elimde ki ekmeği yeni fark etmişti.

"Ekmek getirdim,"

Dudaklarının kenarı kıvrıldı, gülmemeye çalışıyordu ama çabaladıkça daha da gülüyordu. Kaşlarım çatıldı.

"Bir yerin şişmesin diye." dedim ama dediğim anda pişman oldum. Yanlış kişi aptal Caner, ona böyle dememen gerekiyordu.

Bunu deyince daha fazla güldü.

"İt it sırıtma da otur ye." dedim arkamı dönüp ekmekle beraber evin duvarına ilerleyip. Onun peşimden geldiğini ayak sesinden anlıyordum.

Tam yanımda durunca ekmeği ona uzattım, kıvrılmış dudakları ile ekmeği aldı ve gazete kağıdını açtı. Tesbihini diğer eline alıp yağlı ekmeğin dürüm gibi yaptı.

O sırada onu izlememek için elimi cebime koyup birkaç adım attım ve bahçeyi inceledim. Daha önce hiç bu kadar derin incelememiştim.

"Caner, telefon almayı bir daha düşün." omuz silktim.

"Alacağım zamanı bilirim." yani paramın olduğu zamanı.

"Sana ulaşmak için sürekli kahvehaneye gelip oturamam. İşlerim aksıyor." dedi, omzumun üzerinden ona baktım. Baya şevkle ekmeği yiyordu.

"Bana ulaşmak zorunda değilsin, gelme. Git işini yap."

"Sürekli sana o Kürtçe lafı mı söylemem gerekiyor anlaman için?" ikinci ekmeğe geçti.

O sözü söylememesi için daha fazla kudurtmadım. Çünkü seni seviyorum lafını her duyduğumda dengem şaşırıyordu.

"Çok güzel olmuş ulan..." diye mırıldandı.

"İstersen daha getiririm." dedim ağacın dallarına bakarken.

"Yok gülüm."

Öylece kalakaldım söylediği hitap ile. Bunu ona çaktırmamaya çalıştım. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Sakin ol, değişik tepki verme. Kendimi sakinleştirip arkamı döndüm.

Kürşat üçüncü ekmeğin sonuna gelmişti, öyle bir bakmıştım ki kirpiklerinin arasından bana baktı.

"Sen yiyecek misin?"

"Yerim ben, daha var."

Kafasını sallayıp son parçayı da ağzına attı, onu çiğnerken elinde ki gazete kağıdını buruşturdu. Elimi uzatıp gazete kağıdını aldım.

"Hadi şimdi git." dedim gözlerinin içine bakmazken. Ama onun gitmesine izin vermeden ben bahçenin çıkışına ilerledim.

"Eyvallah..." diye mırıldandı arkamdan. Kafamı salladım ama cevap vermedim.

Sokağa çıktığımda elimde ki gazete kağıdını çöplerin arasına koydum. Kürşat ise tesbihini sallaya sallaya kahvehaneye geri döndü.

Ve akşam çökene kadar orada oturup sadece beni izledi.

MEMLEKETSİZ Where stories live. Discover now