On bardak çayı hızlı hızlı doldururken çay ocağında ki gürültü başımı ağrıttığı için yüzümü buruşturdum. Okey oynayan abiler taşları masaya koyarken bile neredeyse masayı delecek gibilerdi.
"Taş çalma o orospu." yan masada yaşı başı geçmiş abi sinirli sinirli mırıldanınca gülmeden edemedim.
Tepsiyi alıp seri bir şekilde her masaya bir çay bıraktım, herkes alırken eyvallah diye mırıldanıyorlardı. Biri elimden kaçırır gibi aldığında sırttım.
"Çocuğum dolanma elimin altında." dedi masada dönen oyuna dikkatle bakarken.
"Şeker alıyor musunuz abi?" diye sordum ona aldırmadan. Çay kaşığını ona küfür etmişim gibi bana uzattı.
"Şeker kullanmıyorum dedim ya oğlum." bu adam ne kadar sinirli konuşsa da hiç zoruma gitmiyordu. Masada ki herkes gülerken ben de elinden çay kaşığını aldım.
"Kürşat reis, hoş geldin." gülerek arkamı döndüğümde duyduğum isim ve kapının önünde ki beden ile yüzümde ki gülümseme yavaş yavaş soldu.
"Hoş buldum."
O kendisine selam veren liseli çocuğa abi gibi cevap verip bedenini tamamen çay ocağına çevirdiğinde bir ben ayakta dikildiğim için ikimizin gözleri anında buluşmuştu. Onun kaşları çatılırken benim ki de eş zamanlı olarak çatıldı.
İlk önce yüzüme, daha sonra da elimde ki tepsiye baktı. Burada çalıştığımı yeni öğrenmiş olacaktı. Tesbihini bir kez çevirip bakışlarını benden çekti.
İki gün önce ki olaydan sonra sanırım biraz daha ılımlıydı bana karşı, ya da bulaşmak istemiyordu. Çünkü normalde olsa şimdiden 'Bu Kürt'ü niye burada çalıştırıyorsunuz?' diye bağırmaya başladı.
Yanında daha önce görmediğim, aynı yaşlarda ki bıyıklı gençler ile birlikte kapının önünde ki masaya geçip oturdu. Sırtı duvara gelecek şekilde, yüzü bana dönük oturdu. Sandalyeye kurulup bakışlarını bana çevirdi.
Elinde tesbihi çevirirken bana ters ters bakıp daha sonra masada oturanlara dikkatini verdi. Sanırım kavga çıkarmayacak kadar ılımlı olsa da hâlâ benden rahatsız olup nefret ediyordu.
Ben de bakışlarımı ondan çekip tezgaha ilerledim. Boş bardakları suya tutarken camdan kapının önünden geçen insanlara bakıyordum.
"Aslan bize üç çay getirsene." kafamı çevirip bana seslenen masaya baktım. Kürşat ve arkadaşlarının olduğu masaydı.
Gözüm ona birkaç saniye kaysa da kafamı salladım ve temiz üç bardak çıkarıp çayları doldurdum. Tepsiye yerleştirilip düz bir ifadeyle onların olduğu masaya ilerledim. Kürşat'a en uzak tarafta çayları üçünün önüne koydum. Kürşat rahatsız bir ifadeyle tesbihini çeviriyordu.
Koyduğum çaya bakıp tesbihli elini uzattı ve havaya kaldırıp baktı. Bakışlarını bana çevirdi.
"Değiştir şunu, daha demli olsun." öyle tükürür gibi konuşmuştu ki arkadaşları afallayarak kendisine baktı.
Dişlerimi sıktım ama işten kovulmamak için bir şey demeden yanına gidip kendimi kasarak çay bardağını tepsiye koydum. Onun yanından tezgaha yürürken içimden küfürler mırıldanıyordum.
O çayı boşaltıp yerine daha demli yapıp tepsiye koymadan çay altlığından tutarak masaya ilerledim. Yanına gidip biraz sert bir şekilde masaya bıraktım. Masadakiler aramızda ki gerilimin farkına o an varmışlardı.
Kürşat kaşlarını kaldırıp bana döndü.
"Höst, yavaş ulan." dedi sinirle.
"Afiyet olsun." Kürtçe söylediğim şeyden sonra masaya tamamen bir sessizlik çökmüştü. Ben arkamı dönüp yürürken o arkamdan sinirle söylendi.
"Türkçe konuş amına koduğum, Türkçe!" şimdi tüm kahvehane bize bakıyordu.
"Ne oluyor?" patronun ne ara gelmişti bilmiyordum ama ilk bana sorsa da daha sonra Kürşat'ın olduğu masaya gitti.
Kürşat tesbihini öyle sıkıyordu ki parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Patron onunla konuşurken o hâlâ dişlerini sıkmış üstüme atlayacakmış gibi bana bakıyordu.
"Caner, iki çay getir yav!" en arka masada ki abiler bağırdığında sinirle işime geri döndüm.
Çay yok, bok için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEMLEKETSİZ
ChickLit[TAMAMLANDI] Siirt'den kaçıp İstanbul'a sığınan bir Kürt ailesi, tamamı ülkücü olan mahalleye düşer.