³

101 16 2
                                    

Çalan alarmımın sesi ile uyandığımda bir kaç saniye gözlerimi açamadım. Ardından pencereden vuran güneşle zar zor irislerimi aralayıp alarmımı kapattım. Kendimi zorla yataktan kaldırdım. Bayağı uyumuştum. Aslında hiç bu kadar uyumazdım.

Odada ki lavobaya girip yüzümü yıkadım. Aynada kendime baktım. Solmuş mavi saçlarım uzamıştı. Gözlerimin hemen üstündeydi. Yemek yemem çok azaldığından bayağı zayıflamıştım. Ama yanaklarım erimediğinden daha da ortaya çıkmıştı.

Daha fazla oyalanmayıp oradan çıktım. Jisung hala uyuyordu. Benden 1 yaş küçüktü. Ben bu odaya geldikten 2 yıl sonra gelmişti. Sebebi ise ailesinin trafik kazasında ölmesiymiş. Hiç bir akrabasıda onu istemeyince buraya getirdiler.

Duyduğum kadarıyla böyleydi. Samimiyetimiz olmadığı için ayrıntılarıyla fazla bilmiyorum. Ben üstümü giydikten sonra çantamı hazırlarken Jisung'un alarmı çalmaya başladı. Mızmızlanarak kalktığında ben çantamı kapatmıştım. Alarmını kapatıp yatağında oturur hale geldi. Bana baktığında fark etmiştim gözlerinin altı mordu. Gece uyumamış mıydı yani?

"Günaydın" dedi. Aynı şekilde karşılık verdim. "Uyumadın mı gece?" Yüzünü tek eliyle sıvazladı. "Biraz" dedi ve kalkıp lavoboya ilerledi.

Omuz silkip çantamı sırtıma taktım. Telefonumu ve kulaklığımı alıp önce odadan ardından yetimhaneden çıktım.

Okula geldiğimde her zamanki gibi az kişi vardı. Sırama ilerleyip çantamı buraktım ve oturdum. Telefonumu açıp saat baktığımda ilk dersin başlamasına 20 dakika olduğunu gördüm. Yerimden kalkıp sınıftan çıktım.

Düşüncelerim beni bırakmıyordu. Biraz herkesten uzaklaşmam gerekiyordu. Bunun yüzünden müzik odasına gittim.

Hiç bir derse giresim yoktu. Aynı her zaman olduğu gibi. Dersleri dinlemeyi bırakmıştım. Sınavlarda ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Okulda 20 ile 30. sıra arasında oluyordum genellikle. Ama onunla ayrıldıktan sonra sonlara gelmiştim.

Ayrılığımızda beni suçlamıştı. Haklıydı.

Onun gözünde tüm suçlu bendim. Oysa neler yaşadığımı bilmiyordu. Onu hala ne kadar sevdiğimden haberi yoktu. O dudaklarını çok özlemiştim. Kaslı kolları arasında minicik kalmayı, onu öperek uyandırmayı, sürekli saçlarımla oynamasını, boynumu öpmesini, beni utandırışını, en çokta üzerinde uyumayı özlemiştim.

Orada bir sandalyeye oturup camdan açık mavi olan gökyüzünü izlemeye başladım.

Kim bilir o gökyüzünü ne kadar izle izlemiştim. Zaman nasıl geçti hiç anlamamıştım ama zilin çalışını duymam ile yavaşça yerimden kalktım. Müzik odasından çıkıp sınıfıma gittim. Giderken 3-4 kişi olarak bıraktığım sınıf şimdi doluydu.

Sırama ilerleyip oturdum. Öğretmen dersi anlatırken dinliyormuş gibi yapmıştım. Uyusam kızıyordu çünkü. Ders bittiğinde ise hocanın kapıdan çıkmasıyla sıraya kafamı gömdüm.

Bir sonraki dersin hocası gelene kadar kaldırmadım. Geldiğini hissettiğimde ise kafamı kaldırdım ve sıramın üzerinde bir çikolata ve üzerine yapıştırılmış bir not vardı.

Kendimi kötü hissettiğimde hep çikolata yerim sanada tavsiye ediyorum:)

Kafamı kaldırıp etrafıma bakarken Yeji'nin bana gülümsediğini gördüm. Aynı şekilde ona gülümsedim ve çikolataya çevirdim gözlerimi. Bu kadar iyi olması canımı yakıyordu. Minho'u bu kadar güzel kalpli birine ait olması çok sıkıyordu canımı. Kalp atışım düşündüklerimle hızlanmıştı. Bu kadar hassas olmayı sevmiyordum. Nefret ediyordum bundan. Gözümde düşen yaşı parmak uçlarımla sildim.  

Öğretmen sınıfa girdiğide çikolatayı sırada bir köşeye bıraktım. Dersi dinlersem belki bazı şeylerden uzaklaşabilirdim. Belki unutabilirdim onu bir saniyeliğine de olsa. Gülüşünü düşündükçe kalp atışlarım bir koşucunukinden de hızlı atmaya başlıyordu sanki. Onsuzluk çok acıtıyor canımı dayanamıyorum. Gülümsemem gerek bazı şeylere yapamıyorum olmuyor. 

Beni tek gülümseten şey oydu. 

O da kaydı ellerimden.

Başka bir şey kalmadı ellerimde. Herşey sırayla gitti. Bir çocuk bugün hangi oyuncağımla oynasam diye düşünürken. Benim bugün ne kaybedeceğim elimden korkusuyla bitti günlerim. Her adımım korkutucuydu bana. Krizlerimde geçen her saniye nefesimin daha da daralması, canımın her geçen saniye daha da acıması çok kötüydü ve bunu kanserimi etkilemesi zorlaştırıyordu. 

Belki de kanserimin ilk evresinde olmam şansımdı. Ama saçlarımın her geçen gün dökülme sayısının artması moralimi daha da bozuyordu.

"Çıkabilirsiniz çocuklar" öğretmenin sesini duyduğumda sıramdaki çikolatayı elime alıp sınıftan çıktım. Koridordaki merdivendenden inerken kolumdan tutulduğunu hissettiğimde yan dönüp tutan kişiye baktım. Geçen gün tanıştığım Felix'ti bu. 

"Şey Jisung merhaba" Küçük bir tebessüm sundum. "Merhaba Felix" Onu hatırladığım zaman gülümsedi. Gülümsemesi güzeldi. Sarı saçları yüzünden güneş gibi bir enerji veriyordu. "katları sınıfımı şey için- neydi o"

"Bulmak?" Hatırladığını belli eden tavırlar sergileyip konuştu. "Evet evet. Bulmak. Sınıfımı bulmak için geziyordum da. Bulamadım." Son kelimesini ingilizce söylemesi tatlı gelmişti. "Bak şurada" gösterdiğim yere baktığında güzel gülümsemesi ile bana döndü. "Teşekkür ederim Jisung"

"Bir şey değil." Yanımdan ayrıldığında merdivenlerden inip kantine ulaştım. Geçenlerde oturduğum masaya oturdum. Bu masayı sevmiştim. Köşedeydi, fazla dikkat çekmiyordu. Gözlerim istemsizce hep oturduğu masaya gitti. Arkadaşlarıyla gülüşerek konuşuyorlardı. Birbirleriyle şakalaşmaları hoştu. Onu güldüren arkadaşları vardı.

Bana sırtı dönüktü. Gözüm bu sefer hemen karşısında oturan Changbin'e takıldı. Bana bakıyordu. Ona baktığımda hafif bir tebessüm sunmuştu. Belki de olanların bir sebebi olduğunu anlayabilmiştir diye düşündüm. Küçük ve zoraki bir gülümsemeyle karşılık verdim. Minho'nun ayaklandığını gördüğümde gözlerimi masaya diktim. Birkaç dakika sonra tekrar kafamı kaldırdığımda gitmişti.

Elimdeki çikolataya baktım. Üzerindeki not ile canım bir kere daha yanmıştı.

I was alone | MinSungWhere stories live. Discover now