¹⁸

78 12 30
                                    

Heyecanla kapısında durduğum kafeye baktım. Birkaç saniye sonra kaç aydır baktığı başlıklarından farklı bir şekilde bakarken görecektim onu.

Kafe kapısına elimi uzattım. Derin bir nefes alıp belki son zamanlardaki hissettiklerimi değiştirecek mekanın kapısından içeri girdim.

Son aylar acı verici bir eziyeti. Kalbim vucüdumun kaldıramayacağı yaralarla doluydu. Bu kafe yaralarımı iyileştirir belkide. Hayır o yaraların iyileşeceğinş sanmıyorum. Bahsettiğim şey,

Yaralarımın üzerinde açelya çiçekleri açar onların görünmesini engellerdi.

Gözlerim teker teker masalarda gezindi. Boyanmış turuncu saçları gördüğümde nefesim kesildi. Ona eskiden ne kadar turuncuya boyamasını söylesemde asla yapmıyordu.

İçindeki heyecan daha da büyürken aynı cümleyi tekrarlıyordum.

Benim için boyadı.

Kalbimin hızı durmuyordu. O kafenin canımdan dışarıyı izlerken ben ortada öylece dikilmiş onu izliyordum. Yavaş yavaş kafası bana dönerken çekmedim bu sefer gözlerimi. Çünkü bu sefer bana her gördüğünde baktığı gibi nefret dolu bakmayacaktı.

Gözlerimiz kesiştiğinde küçük tebessümünün içimdr nelere sebep olduğunu bilmiyordu. Ona doğru bir adım attım. Bir tane daha, bir tane daha böylelikle yanına ulaştım.

Bakışlarını bir saniye olsun kaçırmamıştı. Oysa ben çoktan oturacağım koltuğa bakarak oturmuş ardından masaya bakmaya başlamıştım.

"Hoşgeldin."

Senini duymam ile tekrar o yakından bakmayı özlediğim gözlerine baktım. Anında gözlerim dolmaya başlamıştı. Tanrı göndermiş gibi garson yanımıza gelmiş ve konuşmuştu.

"Hoşgeldiniz efendim. Ne alırdınız?"

Bakışlarım bu sefer garsona döndü hiçbir şey almayacağımı söyleyeceğim sırada beni bölmüştü.

"İce americano, latte ve bir adet frambuazlı cheesecake, iki çatal ile" ona döndüm. Sevdiğim şeyleri söylemesi daha da duygulandırmıştı. Her an ağlayabilirdim.

Garson yanımızdan ayrıldı. O sırada geldiğimden beri ilk kez konuşmuştum. "Teşekkür ederim." Sesim belkide duyulmayacak kadar kısıktı. Ama o anladı beni.

Sessizlik tekrar garsonun gelip siparişleri bırakmasıyla bozulup garsonun gitmesiyle tekrar başladı.

"Jisung"

Bakışlarımı kahvemden çekip ona yönelttim. Farklı bakıyordu.

"O adam sana gerçekten yaptı mı bunları" Bu bir soru değildi. Gerçekliği kabullenmeydi. O yüzden verebileceğim cevap sadece kafa sallama oldu.

"Tanrım keşke- keşke daha önceden-"

"Bunun hakkında konuşmasak, çünkü-" yutkundum söyleyemedim. Tekrar masaya baktım. "Çünkü dayanamam. Şuan olmaz. Burada ağlamak istemiyorum."

Daha da dolan gözlerimle baktım bu sefer.

Hızla yerinden kalkarak oturduğum uzun puf gibi yerde yanıma oturmuş ve kollarını bana dolayarak kafamı omzuna yaslamamı sağlamıştı. "Sadece sana daha erken kavuşabilecekken bunu kendi ellerimle itmiş olmam bana acı veriyor. Sana hak etmediğin şeyler yaşattım. Bunun için kendimi nasıl affettireceğimi hiç bilmiyorum."

"Affettim ki ben seni. Sonuçta bilmiyordun. Kim olsa böyle davranırdı." Dedim gözyaşlarımın arasından zorlukla. Saçlarıma kondurduğu öpücükle elimi yakasına çıkararak ceketini sıkı sıkıya tuttum. Sanki bir okyanusta boğuluyordum ve benim daha derine batmamak için tutunabileceğim tek kaya gibi.

"Jisung ben seni deli gibi özledim. Her bir zerren, bakışların, dokunuşların o kadar uzak kaldı ki bana. Seni bir daha asla yanımdan ayırmamak istiyorum."

Sessiz bir hıçkırık kopardığımda kafamı boynundan kaldırmadan ona baktım. İşte o an fark ettim ağladığını.

Gözlerini gözlerimle buluşturdu. Çok yakındık.

"Tekrar sevgilim ol. Lütfen. Seni çok seviyorum Jisung'um. Tekrar öpeyim tekrar rahatlıkla dokunayım sana. Tekrar birbirimize ait olalım."

Ceketini sıktığım elimi yanağına çıkardım.

İstiyordum. Bende onu geri istiyordum. Tekrar ona ait olmak. Tekrar bana ait olması.

Canım yanıyordu. Ama tatlı bir yangıydı bu. Sanki açelya çiçeklerinin yaraların üzerine doğru açması hafif ama güzel bir acıya sebep oluyordu.

Çok uzakta olmayan dudaklarına dudaklarımı bastırıp geri çekildim. Bu sadece bir evet değildi.

Tekrar birbirimize ait olmanın imzası, tekrar birlikteliğin göstergesiydi. Kalbimde açan açelya çiçeklerinin dışa yansımasıydı belkide.

Oraya o tohumları o ekmişti, o sulamıştı. Açelyaların açmasının sebebi oydu. Dudaklarının gerildiğini gördüm. Aynı anda bende gülümsedim.

Gözyaşları ve gülümseme, tekrardan onunla bir mutluluk.

"Daha sakin bir yere gidelim mi?"

Sadece kafa salladım. Dokunmadığımız kahve ve cheesecake ki paket yaptırdı ve kimsenin olmadığı bir uçuruma gittik. Oradaki çimlerin üzerine bir örtü serdi ve üzerine oturdu. Yanına oturduğumda ise uzunca gözlerime baktı.

"Hala eskisi kadar güzelsin." Söylediğine hızla kızardım.

"Teşekkürler."

"Jisung"

"Hmm."

O gün hastaneden bir iki gün sonra taburcu olmuşsun o kadar mı kötü etkiledim?" Bu soruyu sormak için ne kadar düşündüğünü tahmin edebiliyordum. Eğer evet dersem ne kadar vicdan azabı çekeceğini düşünmek istemiyorum.

"Başka bir şey yüzünden kaldım. Anksiyete ile alakalı değildi."

"Ne peki?"

Düşündüm. Söylemeli miydim? Sonuçta iyileşecektim. Bilmesine gerek yok.

Elimi iki eli ile tuttu. "Jisung, lütfen söyle bana. Seninle ilgili her şeyi bilmek istiyorum."

"Ben kanserim, ama ilk seviyede ve ölümcül değil, yani korkulacak bir şey değil."

"Ne? Sen ciddi misin? Be-ben inanamıyorum. Nasıl oldu? Benden dolayı tetiklendi değil mi? Benim yüzümden. Kahretsin."

Ellerim ile yanaklarını tuttum. Ayaklarına çevirdiği bakışlarını kendime sabitledim. "Hayır seninle hiç bir alakası yok. O adam yüzünden gerçekten. Kendini suçlama canım yanıyor."

"Jisung, ben senin bu hale gelmene dayanamıyorum. Tedavi görüyorsun değil mi? Sakın aksatma."

"Evet görüyorum. Bir süre tedavi gördükten sonra ameliyat olacağım. Ardından tamamen iyileşeceğim."

Kollarını belime doladığında bende boynuna doladım. Bunu çok özlemiştim. Onun kollarında olmak, çok güzeldi.

"Bu gece bende kalsan olmaz mı? Ha? Lütfen. Uzun zaman sonra sana sarılıp uyumaya ihtiyacım var meleğim."

"Jungkook hyung belki izin vermeyebilir. Ona sormalıyım." Gözlerime baktı. Bir eli yanağıma çıktı. Ardından bakışları dudaklarıma kayarken kalbim daha da hızlandı.

Sonunda o beklediğim şeyi yaparken bekletmeden karşılığını aldı. Nefessiz kalana dek ayrılmadık birbirinizden.

"Dizine yatsam saçlarımı okşar mısın bebeğim?"

I was alone | MinSungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin