4

894 113 52
                                    

Bölüm parçaları »»

Scopions - We Were Born To Fly

Breaking Benjamin - Without You (akustik versiyonu daha güzel, onunla okuyun)

Apocalyptica - Not Strong Enough

Muse - Muscle Museum

~

"Dostum, ne kadar hızlısın. Seni bulamayacağımdan korkmaya başlamıştım."

Genç adam oturduğu banktaki köpeğine baktı. Sanki birini bekliyormuş gibi, kafası yola doğru çevrilmişti.

"Tamam... Ama burada yeterince oyalandık, devam etmemiz gerek. Hadi bakalım."

Banktan kalkarak köpeğin baktığı tarafa baktı. Kalabalık insan topluluğundan başka bir şey görememişti.

İki yalnız, henüz yalnızlıklarını paylaşamayacaklardı. Belki, başka bir güne.

Sahil yolu boyunca yürürken şimdiye kadar asla yanından ayrılmayan köpeği Alf arkasından yavaş yavaş geliyordu.

Hızlarını artırmalarına gerek yoktu, uzun zaman önce bırakmıştı bir yere yetişmeye çalışmayı. Zaten yarım yaşıyordu hayatı, daha fazla zorlamaya gerek yoktu.

Bazen acı o kadar dayanılmaz oluyordu ki, nefes almakta zorlanıyordu. Hani, zamanla geçer, o her şeyin ilacı derlerdi ya, bu acı geçmiyordu. Zaman, bir işe yaramıyordu.

Sadece hissizleştiriyordu, biraz sakinleştiriyordu. O kadar.

Sahil yolundan çıkıp bir sokakağa saptığında üzerindeki bakışları hissedebiliyordu. Evden çıkmadan önce banyo yapmıştı, temiz kıyafetler giymiş ve aynaya bakmadan hazırlanmıştı.

İçinde ne yaşarsa yaşasın, dışarıdaki insanlara mutlu görünmeliydi. "Neyin var?" sorusuna ne cevabı, ne de tahammülü vardı. Yanında olmasını istediği tek kişi, artık nefes almıyordu.

Uzun bir yürüyüş, Alf'in havlaması ve onlara çevrilen birkaç bakış sonrasında, gidecekleri yere ulaşmışlardı.

Erkek kuaförünün içi, saç spreyi ve şampuanı kokuyordu. Krem rengi yerler saç parçaları ve aynı rengin bir ton koyu olan duvarlar eski film yıldızları ile doluydu.

Kapıdan içeri girince ilk gördüğünüz şey, büyük bir Atatürk resmiydi. Hemen altında İstiklal Marşının olduğu bir resim daha ve Osmanlıca, anlaşılmaz bir yazı vardı.

Diğer duvarda da eski Türk sinemasının yıldızları vardı. Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Tarık Akan ve Şener Şen bunlardan birkaçıydı sadece. Küçük ve eski bir yerdi, Barlas bu şehre geldiğinden beri bu berbere gelirdi. Sıcakkanlı bir sahibi vardı ve çok fazla soru sormuyordu, yargılamıyordu.

Genç adam, köpeği dışarıda bırakarak içeri girdi. Saçları ve sakalları ona zamanı hatırlatırcasına uzamışlardı. Omuzlarına geliyordu siyah saçları, evde bulduğu bir tokayla onları bağlamıştı. Ve sakalları... 'Mağara adamı' tanımına uyuyordu.

Berberin yaşlı sahibi, makasları silmekte olan Erdem Bey onu görünce gülümsedi ve yaptığı işi bıraktı. Zaten çok fazla müşterisi olmazdı, unutulmuş bir yerdi burası.

"Nasılsın Erdem Abi?"

"İyi diyelim iyi olsun, uzun zamandır yoksun buralarda. Hayırdır?"

Omuz silkti, bu aralar tüm hayatı aksamıştı. Hiçbir zaman olmazdı böyle şeyler.

Erdem Bey onu anlarcasına gülümsedi ve sandalyelerin birine eliyle vurdu.

"Gel bakalım. Saç mı sakal mı?"

Boğazını temizleyerek konuştu. Aslında kararsızdı, şu anda diline gelenleri söyleyecekti.

"Saçlarımı bir karış kadar kısalt sen Erdem Abi, sakalları da."

Çok fazla değişiklik istemiyordu. Her zamanki gibi olsa yeterliydi onun için.

Gösterilen yere oturup uzun zamandan sonra ilk defa aynaya baktı. Gözlerini kaçırmak istemişti ama içindeki bir şey buna engel olmuş, dürtüsüyle savaşmıştı.

Siyah, uzun saçlar ve onlarla neredeyse eş uzunluktaki sakallar. Mavi gözler. Köşeli bir çene yapısı.

Daha fazla dayanamadı ve gözlerini kapattı. Makas seslerini duyuyor, saçlarıyla oynandığını hissediyordu. Biraz sonra bu masadan yepyeni saçlı biri kalkacaktı ama hepsi bu kadardı. Hâlâ aynı Barlas'tı.

~

Nilüfer, oturduğu binanın önüne gelince, arka cebinden anahtarını çıkardı. Sık sık evden çıkıp gittiği için, kapının anahtarını yanından ayırmamak konusunda babasıyla anlaşmıştı. Gözü gibi bakıyordu buna.

Binanın içine girip merdivenleri teker teker çıktı. Hâlâ kulağına Apocalyptica - Not Strong Enough çalıyordu. Büyülenmiş gibi tekrarladı şarkıyla birlikte.

Yeterince güçlü değilim.

Yeterince güçlü değilim.

Yeterince güçlü değilim.

Beş katlı bir binanın, en üst katında oturuyorlardı. Asansörü kullanabilirdi ama o seviyordu bacaklarındaki o tanıdık ağrıyı. Nefesinin hızlanıp kalbinin yerinden çıkarcasına atmasını.

Üçüncü kattan geçerken güne onlar gibi erken başlayan Alper Bey göründü, elinde siyah bir çöp torbası vardı.

Alper Bey erkenden emekli olmuş, saçları beyazlaşmış, sürekli baklava desenli hırka giyen, yanından naneli şekeri eksik etmeyen biriydi. Tüm çocukları birer birer yuvadan uçmuş otuz üç senelik eşi, hayat arkadaşı onu kısa bir süre önce terk etmişti. Artık nefes almıyordu.

Nilüfer, sevdiği birinin toprak altında olmasının ne demek olduğunu iyi bilirdi. Her ne kadar tanıyamamış olsa da, ablası ve annesi oradaydı. Acaba birlikteler miydi? Yoksa kayıp mı olmuşlardı?

"Nasılsın kızım, iyi misin?"

Bu soru, sürekli kaçmakta olduğu soruydu. Binlerce cevabı olan ama asla insanların dürüstce yanıt vermedikleri soru.

Ne cevap vereceğine bir süre karar veremedi ama hani insanlar hep iyiyim der ya...

"İyiyim Alper Amca. Sen nasılsın?"

Omuzlarını silkti, sanki bu sorusu onu gücendirmişti. Belki de onu kırk yılda bir ziyaret eden çocuklarınaydı bu tavrı ama... Bunu onlara anlatamıyordu.

"Nasıl olayım, uğraşıyoruz işte. Yalnızlık zor."

Buna karşı bir cevabı yoktu. Kirpiklerine kadar yalnızlığa batmıştı. Kısık sesle konuştu, onayladı onu.

"Öyle."

Başını 'iyi günler' anlamında oynattı ve merdivenleri çıkmaya devam etti. Bu sefer daha hızlıydı. Kimseyle karşılaşmak ve aynı sorulara cevap vermek istemiyordu.

Tek istediği eve gitmek ve biraz göz yaşı dökebilmekti.

Ölü Ruhun ÇığlığıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin