Bölüm 15: Yeminler ve sözler.

66 9 2
                                    

   İyi okumalar.

   -Bir savaşta mağlup olmak için bilmeniz gereken tek şey, hayatta nasıl yalnız kalınacağı.

   Gözlerimi kısarak etrafa baktım önce, Louis'in saçları yüzüme düştüğü için üflemek zorunda kalmıştım. Üflememe rağmen hareketlenmediğini fark edince onun da uyuyakaldığını anladım.

-"Ödeşmiş olduk." diye fısıldayıp başımı kaldırdım sonra yavaşça.

   Ödeşmiştik gerçekten. Hayatla, Louis'le, geçmişimle. Kim bilir, belki de biraz Valera'nın geçmişiyle. İsmini zikrettiğimde bile başımda bir senfoni orkestrası peyda olurken, nasıl mantıklı düşünebilirdim? Orkestra dediysem bu; bir sorunun bastırıla bastırıla, vura kıra, canımı acıta acıta cevabını bekleyen düşüncelerimin haykırışıydı ya, onun da farkındaydım.

   Güneş gözlerimi yakıyordu resmen, gökyüzü de artık buz mavisi değildi, pembeye çalıyordu.

   Hiçbir şey aynı değildi birkaç saat öncesiyle fakat ben bütün bunların geri dönüşü olacağına inanmayı şimdiye kadar istediğim her şeyden daha çok istiyordum. Elimde değildi, bütün bu ihtimallere tutunuyordum bazen, insan olmak elimde değildi. Sakince Louis'i dinleyip neler olduğunu öğrenemezdim fakat bayılmak gelirdi elimden, nefret ediyordum bütün bunlardan. Şimdiye kadar bayılmak gibi absürt bir tepki vermemiştim hiç.

   Tuhaf olan ise şimdiye kadar bu şekilde tepki vermeye müsait çok olay yaşamış olmamdı. Bu konuyu da geçtim kafamda, sinir boşalması yaşadığıma kanaat getirmek istiyordum. Kısa ve öz şekilde söylemek gerekirse, bu sorunu da bir kenara atmıştım kafamda.

   "Valera gidecek mi?" sorusunu tekrar tekrar soruyordum. Sanki aslında sağır değil lal olan bir adamın sağır olduğunu sanıyormuş gibi bağırıyordu zihnim bana. Ne ben cevabın bende olmadığını söyleyebiliyordum, ne de haykırışlar tükeniyordu.

   Kollarımı birbirine bağlayıp sırtımı tahtaya yasladım tekrar, sessiz hareket ediyordum. Sessiz ve yavaş, durağan. Boynu tutulacaktı Louis'in, belki de çoktan tutulmuştu. Şalı üzerine örtüp omzumu omzuna yasladım başını omzuma koyabilmesi için, diğer şekilde uyanabilirdi. Dizlerimi kendime çekip sarıldım ben de. Öylece oturup düşünmeye ihtiyacım vardı dünya uykudayken.

   Valera'yı düşünüyordum. Aksi mümkün müydü ki? Ona güveniyordum, bizi bırakmasına sebep olacak şeyin ne olduğunu bilmiyordum fakat gitmeyeceğini biliyordum. Delirmek istiyordum, onu ilk gördüğüm an aklımdan çıkmıyordu. Buluşacağımız günün sabahında yaşadığım duygu değişimleri, onu bana koşarken gördüğüm anda bir önceki gün yaşadığım tereddütleri silip süpüren his...

   Valera'yı kendi çocuğum gibi görmeye başlamıştım şimdiden. Zihnimin ortasına yıldırım gibi düşmüştü bu. Günlerdir kendimden sakladığım, görmezden geldiğim yegane gerçeğe açtım gözlerimi. Boş boş çimenliğe bakıyordum fakat hayatım bitmiş gibiydi.

   Benim hayat tanımım; suya sabuna dokunmadan yaşayıp gitmekti. Saçma bir düşünce sistemi gibi gözüküyor olsa bile, geçmişten kalma bir yöntemdi benim için. Sevip, sevilip kendimde kaybetme korkusu gütmeden bir hayat yaşamak istiyordum. Valera ile tanışana kadar ölsem arkamdan ağlayacak bir Bay Anerae ve Bayan Calanthe ile öldüğüm zaman kentte olursa Herbert vardı. O hüzün de unutulur, kötü bir anı olarak kalırdı. Küçüğümle tanıştıktan sonra ise normal karşıladığım ölüm düşüncesi korkutucu olmaya başlamıştı tekrar. Ölmek, yitip gitmek, solmak... Hepsi aynıydı bana göre. İşin garip yanı, Valera'yı tanımadan önce gözüme olağan görünen yalnızlığım, şimdi çok tuhaf geliyordu bana. Birkaç günde farklı bir adama dönüşüvermiştim fakat hep doğamda olan bir şeymiş gibi algılıyordu beynim bunu.

SilvaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin