Bölüm 20: İskambil falı.

52 7 1
                                    

   İyi okumalar.

   -Yağmur, yine geliyor.

   Odada iki masa vardı; birinde Louis ve ben çıkarmış olduğum notları inceliyorduk, birinde ise Herbert aldığımız kahvaltılıklardan atıştırıyor, diğer taraftan eliyle alnını sıvazlayarak düşünüyordu.

   Bizim hikayemiz ve onun anlattıklarına göre, hastalık annesinden Valera'ya bulaşmış olsaydı bugüne kadar hayatta kalması imkansızdı. Fakat Valera da belirti veriyordu işte, çözemiyorduk.

-"Bu imkansız." diyordu Herbert. Louis başını sallıyordu.

   Ben ise yazıyla doldurduğum bir müsveddeyi elimde tutuyordum donmuş halde.

-"Yanlış tanı koyulmuş olabilir mi?" dedim.

   Louis de destekledi beni.

-"Bu mümkün mü?"

-"Eğer tanı konulduğu sırada salgın varsa ve ölmeden hemen önce belirti verdiyse, bu çok olası. Verdiği belirtiler tam olarak uyuyor çünkü salgına."

   Mantıken Bayan Monique ve Francois'dan öğrendiğimiz belirtiler ölmesinden hemen önce ortaya çıkanlardı. Bu yüzden korkunç bir şekilde çıkmaz sokağa girmiştik. Herbert ve Louis konuşmaya başladı, ben ise donup kalmıştım.

-"Bunu bu şekilde çözemeyiz Louis."

-"Tabii ki çözemeyiz. Vivian farklı bir hastalık yüzünden vefat edip bunu Valera'ya geçirmiş olabilir, veya Valera'nın belirtileri Vivian ile sadece benzeşiyordur fakat çok farklı bir rahatsızlıktır. Bunu bilemeyiz, birkaç aydır belirti veriyormuş ama gözünle görsen asla hasta olabileceğine inanmazsın."

-"Onu görmem gerekiyor, hemen bugün."

-"Pekala, biz önceden gidip Francois'e haber veririz. Akşam yemeğinden sonra da seni yurda getiririm. Gerginlik istemiyorum, Valera hasta olabileceğini bilmiyor. Diğer çocuklar da."

-"Tamam." dedi kısaca Herbert. Louis ısrar etti.

-"Kestirip atma-"

   Louis'e bir bakış attım, sözü yarım kaldı. Bu sözlerin nereye gideceği belliydi. Hüzünlü bakışlarıyla giderek sessizleşti Louis. Ben konuşmayı devraldım.

-"Biz gidelim o zaman. Tekrar hoş geldin Lamar."

-"Kalsaydınız biraz daha."

-"Başka zaman." dedi Louis kendini toparlayıp. "Sözümüz var."

-"Peki o halde. Geçireyim ben sizi."

   Gergin havayı yararcasına bir hızla aşağı indi Louis. Böyle davranması tuhaf geliyordu bana. Sorgulamadan aşağı indim Herbert'la sohbet ede ede. Sonra da ayrıldık oradan.

   Yürümeye başladık yurda doğru. Başta ne o konuştu, ne ben. Sonra bozuldu sessizlik.

-"Özür dilerim." dedi.

-"Mühim değil."

-"Mühim işte. Hatırlatmamalıydım sana."

   Sessiz kaldım. Galeriye yaklaştığımızda ise ilginç bir şey oldu.

   Onu gördüm.

   Birkaç gün öncesine kadar içimde çiçekler açtıran insana karşı hiçbir şey hissetmiyordum şimdi. Sanki hiç var olmamış gibiydi hislerim, bir nehre kapılıp gitmişlerdi belki. Tuhaftı bu, çok tuhaf.

   Bu saatlerde burada olan birisi değildi, ya da ben tanıyamamıştım onu. Yalnız gelmişti, bu da alışkın olduğum bir şey değildi. Galeriye gidiyordu muhtemelen.

SilvaWhere stories live. Discover now