Bölüm 18: Yıldırım.

73 7 1
                                    

   İyi okumalar.

   -Hayatım boyunca sustuktan sonra, sessizlikten rahatsız olmaya başladım bir anda.

   Eğer sevgi kaybedilen bir oyunsa ben çoktan kaybetmiştim. Sevgi kahlúa ise dibe vurup sarhoş olmuştum. Ve eğer sevgiden nefret edenler sevemeseydi, ben sevgiye aşıktım.

   Dürüst olmak gerekirse yaşadığımız evrenin şartları ortadaydı. Ben ise ne sarhoş olabilirdim ne de sevgiye aşık. Ben sadece kaybedendim, her evrende.

   Sözlerinin ardından bir saniye bile nefes almasına izin vermeden konuştum.

-"Ne?"

-"Herbert yok ve o yokken Valera'ya bakıp kesin tanı koyabilecek kimse de yok koca kentte. Ben hariç. Hem onun öğrencisiyim, hem de o bu alanı araştırmaya gitmişken ben uzmanlığa çok yakın bir seviyedeyim. Fakat kimsenin benden haberi yok tabii. Francois ise durmamış, her kapıyı çalmış. İşin içine yüksek sosyete girince çok uzun sürmemiş araştırması doğal olarak. İsmimi veya adresimi bilmedikleri için, sadece dış görünüşüm hakkında bilgi verebilmişler ona. Beni ilk gördüğünde nasıl süzdüğü hiç dikkatini çekmedi mi?"

   Sessiz kaldım.

-"Belki inanmayacaksın sen yine kendine ama ben o gün senin için endişelenip peşinden gelmeseydim ve parkın yerini öğrenmeseydim, Valera ile buluştuğun gün seni yarı yolda kaybedebilirdim. Onu da."

-"Ama ne gibi bir önemim olabilir ki? Ben sadece oradan geçiyordum."

-"Sen sadece oradan geçiyor olamazsın. Senin bu hikayedeki rolün bununla sınırlı olamaz. Ayrıca, o gün yurda gelmemi sağlayarak da Francois'nın beni geç olmadan bulmasına yardımcı olmuştun."

-"Neden geç olmadan diyorsun, er ya da geç tanışacaktınız ve ortaya çıkacaktı bu. Zaman bu kadar mı önemli?"

-"Bazen konuyu mu değiştiriyorsun yoksa önceliğin bu mu anlamıyorum ama konu Valera, sence zaman önemli değil mi?"

-"Haklısın..." diye fısıldadım.

   "Hm?" demedi bu sefer. "Biz hep kaybediyoruz seninle." dedi.

-"Seni bilmem ama ben şimdiye kadar o kadar yenilgi aldım ki, artık daha fazla kaybedebileceğimi sanmıyorum."

-"Her zaman daha fazlası mümkün."

-"Oh, öyle mi?" deyip gülümsedim benliğimi yitirmiş gibi gevşek bir tavırla. "İçime su serptin."

   Şişeyi elinden alıp birkaç yudum aldım. Boğazımdan aşağı yuvarlanan sek içki, başımı döndürmekten başka işe yaramadı. Hala ayıktım.

-"Sevgiyi kahlúaya benzetirken haklıydın aslında biraz. Gerçi neyi kastettiğine göre değişir."

-"Her açıdan kahlúayı kastediyordum. Bu bir şey ifade eder mi?"

-"Evet, her ne kadar sevgiyi yersen de, likörü içiyorsun sonuçta."

-"Beni sarhoş edemiyor ama."

   Sükunet içinde durup düşündü. Aklından sürekli beni yerip savunmamı yıkmak için planlar kuruyordu. Hoşuma gitmiyor da değildi fikrimi değiştirmeye çalışması lakin, ben adam olmazdım.

   Önümüzdeki seçenekler ise şuydu; muhtemelen likörü içiyorsun dediğinde, bir şeyi yaparken bunun sonuçlarından keyif almak zorunda olmadığımı falan belirtmemi bekliyordu. Ben ise çok farklı bir şekilde ele almıştım. Bu söylediğime yanıt bulabilirse gerçekten zekasını kanıtlamış olacaktı bir nevi. Bakıştık bir süre bu yüzden.

SilvaWhere stories live. Discover now