IVV26

41 13 0
                                    



     Kendime dokunuyorum, kendimi hissediyorum. Ellerim tanımak adına sert çene hattımdan çıkık elmacığıma uzanıyor, ama gözlerim henüz kapalı. Avuç içime acıtmadan batan az uzamış sakallarım batıyor lakin bundan rahatsızlık duymuyorum. İşaret parmağımın ucuna kirpiklerim değerken, küçük parmağım burnumla dudaklarım arasında ki boşluğa düşüyor. Dudaklarım parmağımı hafiften arasında tutuyor, daha çok öper gibi ama değil hayır bu daha çok hissetmek için. Göğsümde anlam veremediğim bir gerilme meydana geldiğinde parmaklarım yüzümde ki hareketine kaldığı yerden devam etti. Kendimi dinliyorum, kalp atışım biraz durak ve göğsüm ritmini kaçırmış hızda. Diğer elim tam yüzümün ortasında yerini alıyor ve usulca çıkıntılı hatlara göre inişli çıkışlı yolu izliyor.

 Tenim soğuk.

    Hayra alamet midir bilinmez ama hiç sıcak olmamıştı çehrem, şakaklarımdan ağrılar vuruluyor da alnım yanarken dahi yüzüm, yanaklarım hiç ısınmıyor. Genetik olabilir miydi? Daha öncesinde hiç annemin yüzüne dokunamadım yahut babamın alnına, onlarda da bu tür durumlar gerçekleşir miydi? Onlarında hep elleri üşür müydü yaz kış demeden, bilmiyordum. İkisinin de siması yoktu aklımda. 

Parmaklarım benden habersiz yüzümde ki bir başka turunu tekrarlarken, ince sıralı kaşlarım yumuşak bir halde elimin altından kaydı. Belki de akrabalarımdan birinde böyle bir fiziki özellik olabilirdi. Onları tanıyor olabilseydim, bilinmezliğin çaresizliğinde bu kadar aciz düşmezdim.

Tak tak! Dış kapının dibine çektiğim tekli koltukta yarı uyur vaziyette duruyordum. Bugün tam bir hafta olacaktı ve ben kapı eşiğinde uyuma huyunu edinmiştim. Tak tak!Geldi. Gözlerimi yavaşça açıp tıklatılan sağlam tahta kapıya baktım. Ayaklarımı yere daha sert basıp ayağı kalktım ve hemen uzanıp kapıyı açtım.

"Merhaba," ilkbahara geçiş yapan marta kapı açmışım da o yüzümü yalayan ılık esinti içeri dolmuştu. "Geç kaldın." Bir adım geri atıp ona içeri geçmesi için yer açarken dört basamaklı alçak enlice merdiveni yüzünde ki tebessümle çıkıp içeri girdi. Bileğinde biten botlarını soyunurken, tavır alan bakışlarım onun yeni kesilmiş saçlarındaydı. Bukleleri neredeyse yok olmuş favorilerinden ensesine kadar üçe vurulmuş saçları üstlerde hatırı sayılır uzunluğunu baki bırakmıştı. "Üzgünüm, otobüs geç geldi." Tek kaşım hafiften kalkıp tekrar inerken ona kesinlikle sabrım yokcasına bakmayı kesip, kapının önüne çektiğim tekli koltuğu gerisin geri iterek eski yerine bıraktım, o sırada Vefa çoktan ince montunu ve çantasını çıkarıp salona geçmişti.

"Mısra yok mu?" Koltuğa oturup kollarımı göğsümde salık bir şekilde bağladım ve karşımda ki adamın değişen başka neyi var diye kontrol etmeye başladım olabildiğince dikkatli davranarak. "Yok." Gözlerim yüzünden, giyindiği poların omuzlarının arkasında kat kat duran şapkasına, serbest yutkunuşunda yukarı çekilip ardından inen adem elmasına ve tekrar dudakları hizasından gözlerini bulmuştu.

O kendini tanıyor muydu? Kendinin farkında mıydı?

"Sana iyi haberim var, canlı yayında yapılan program başarılı geçti. Sana izletmemi ister misin?" Bahsettiği kaydı yayınlandığı andan bu sabaha kadar kaç kere izlediğimi hatırlamıyorum ama neredeyse tekerrür eden cümleleri hemen şimdi sırası şaşmaz şekilde söyleyebilirdim lakin istifimi bozmadan, umurumda olmadığını belirterek kafamı hafiften dikeltip reddettim. "Pekâlâ yine de haberin olsun, senin itibarını düşürecek bir şey yapmadım." Kendinden emin bir şekilde gülümsüyor olsa da, koltuğun ucunda diken üstünde durur gibi oturmaya devam ettikçe rahat olmadığı kanaati devam edecekti.

𝚅𝙴𝚁𝙸̇𝚃𝙰𝚂Where stories live. Discover now