3, when i read through his look.

6.2K 1K 451
                                    

falling in love, cigarettes after sex

Beklemek hiç bu kadar zor gelmemişti.

Fırında leziz kurabiyeler pişiyorsa ve kokusu tüm evi sarmışsa hepsini mideme göndermek için beklemek zordu. İlk bisikletimin kargoda olduğunu ve iki gün içinde geleceğini öğrendiğimde de çok sabırsızlanmıştım. Jimin'in fenalaştığı, gecenin bilmem kaçında hep beraber hastaneye gittiğimiz ve ateşinin düşmesini beklediğimiz gece ise aralarından en kötüsüydü.

Ancak Jeongguk'la tanıştıktan sonra bir sonraki cumartesiye kadar onu tekrar görmeyi beklemek daha önce deneyimlemediğim kadar zordu.

Zaman hızlı geçsin diye yapmadığım şey kalmamıştı. Eve her zamankinden daha geç girip azar yemiş, iki gün üst üste Yoongi hyungla vakit geçirip yeni bir hikaye için ona fikirler vermiş, misketlerimi üç kere renklerine göre dizmiştim. Her nasılsa zaman bir türlü akmıyor ve hafta sonuna yaklaştıkça günler daha yavaş geçiyor gibiydi.

Anneme Jeongguk'tan bahsettiğimde yüzünde bariz bir şaşkınlık vardı. Jeongguk'un babasının anlattığı her şeyi bir bir aktarırken ellerim de heyecandan dolayı havada bir o yana bir bu yana gidiyordu. "O özel biri, anne." Demiştim en sonunda, kararlı bir sesle. Evet, bu bir haftada Jeongguk hakkında düşünmek için bol bol vaktim olmuştu ve onun gerçekten de özel olduğunu düşünüyordum. Babasıyla konuşurken eliyle yaptığı o hareketler oldukça havalıydı. Acaba işaret dilini doğuştan mı biliyordu yoksa sonradan mı öğrenmişti? Bizim gittiğimiz okullara mı gidiyordu yoksa onun gibilerin olduğu başka okullar da mı vardı? Bir filmde kör insanların diğerlerinden çok daha iyi duyduğunu görmüştüm, o da bizden daha iyi görüyor olabilir miydi?

Peki ya kardeşi var mıydı? En sevdiği renk ve oyun neydi? Okuma biliyor muydu? Bunlar ve bunlara benzer onlarca soru beynimi küçük kurtçuklar gibi yemiş durmuştu tüm hafta. Onunla tekrar bir araya gelmeyi çok istiyordum. Bir yandan da nasıl iletişim kuracağımız sorusu aklımı kurcalıyordu.

Sonunda cumartesi sabahı olduğunda gözlerim günün ilk ışıklarıyla kendiliğinden aralanmıştı. Çıplak ayaklarımla üzerimdeki ince pikeyi ittirmiş, içimdeki kıpır kıpır heyecanla yataktan fırlamış, odanın diğer tarafında uyuyan kardeşimi uyandırmamak için sessizce kapıdan çıkmıştım. Mutfakta kimse olmadığını görünce her zamankinden erken kalktığımı anlayıp salona geçmiş ve sırf zaman geçsin diye televizyonu açmıştım. Gözlerimi tekrar araladığımda annem başımda bekliyor ve "Taehyung," diyordu. "Niye burada uyuyakaldın, canım? Tüm gece televizyon izlemedin, değil mi?"

Korkuyla yerimden fırlamış ve duvardaki saati kontrol etmiştim. Neyse ki daha öğlen bile değildi. Fazla erken uyandığım için televizyon başında uyuyakalmış olmalıydım. Anneme durumu açıkladığımda gülmüş ve "Senin şu Jeongguk'la tanışmayı ben de çok istiyorum." Demişti.

Kahvaltıdan sonra üstümü değiştirmiş, evden çıkmak için ayakkabılarımı giyerken Jimin'in sızlanışlarını duymuştum. "Ben de seninle gelmek istiyorum!"

"Ne?" demiştim ona şaşkın şaşkın bakarak. "Parka gitmek istiyorsan kendin de gidebilirsin."

"Hayır," demişti kaşlarını çatarak. Yuvarlak yüzü birkaç saat önce uyanmış olduğu için hala şişti. Üstünde ise tulum şeklinde bir pijama takımı vardı. "Beni Yoongi hyunga götür!"

Bağcıklarımı bağlarken "Jimin," demiştim iç çekercesine. "Sana söyledim. Yoongi hyung küçük çocuklarla takılmayı sevmiyor."

Sadece birkaç saniye sonra ona dünyanın en korkunç şeyini söylemişim gibi bağırmış, "Ben küçük değilim!" diyerek ağlamaya başlamıştı. Ne zaman istese ağlayabilme yeteneğini kıskanıyordum. Belki ben de onun yaşındayken böyleydim ama o küçük solucan ne zaman istemediği bir şey olsa sahte göz yaşlarıyla elde edebiliyordu.

𝙣𝙤 𝙬𝙤𝙧𝙙𝙨, 𝙩𝙖𝙚𝙠𝙤𝙤𝙠 ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin