12, when we felt like the only two alive.

6.1K 996 392
                                    

dress up for you, the technicolors

Ortaokul balosu gelip çattığında oldukça heyecanlıydım.

Tamam, dışarıdan bakıldığında çok önemli bir şey gibi görünmeyebilir ancak on dört yaşındaki Taehyung için oldukça büyük bir meseleydi. Ortaokulun bitişini, lisenin başlangıcını kutlayan bu balo yeni bir okulun, yeni arkadaşlıkların ve yeni serüvenlerin habercisiydi.

Balo yaklaştıkça sınıftaki kızlar ne giyeceklerinin telaşına düşmeye, oğlanlar ise kimi çağıracaklarını düşünmeye başlamıştı. Siyeon gibi ilk adımı atan kızlar da vardı tabii. Hoseok'un bu konularda utangaç olduğunu bildiğinden üçümüzün öğle yemeği yediği sıradan bir öğle arasında onunla baloya gelmek isteyip istemeyeceğini sormuş, zavallı Hoseok'un az kalsın boğulmasına neden olmuştu.

Kimi arkadaşını çağırıyor, kimi de bir süredir hoşlandığı kişiyle çıkmak için bu baloyu bahane ediyordu. Kalem kutularına bırakılan romantik notlar, bakışmalar, teneffüs aralarında verilen sözler ve yanaklara bırakılan masum öpücükler... Herkes kendine bir balo partneri bulma endişesindeydi. Kimse bu önemli gecede yalnız olmak istemiyordu. Ben ise... Evet, sınıfta güzel bulduğum kızlar vardı. Bundan aylar önce sorsanız belki de onlardan biriyle gitmek isterdim. Ayrıca iyi notlarım ve güvenilir kişiliğim sayesinde olsa gerek, okulda iyi bir itibarım da vardı ve bana teklif etmek isteyen kızlar olduğunu biliyordum. Bazılarını bana bakarken yakalıyor, sırama bırakılan notları okuyor, yine de görmezden gelmekten başka bir şey yapmıyordum.

Çünkü baloya götürmek istediğim başka biri vardı.

Jeongguk'un lisede değişeceğimi ve onu bırakacağımı düşünmesi, bu düşünce üzerine kendini bu kadar üzmesi ve ileride acı çekmemek için benden uzaklaşmaya çalışması içime oturmuştu. Her ne kadar ona söz vermiş olsam ve bu sorunu aşmış olsak da hala bir şeyler eksik gibiydi. Bazı akşamlar bizi bekleyen günlerin gerçekten de onun korktuğu gibi olacağı ihtimalini düşünür, korkardım. Buna izin vermeyeceğimi biliyordum ama Jeongguk'u unutma fikri, sadece fikir olarak kalsa bile beni derinden bir yerden bıçaklıyordu. İmkansız gibi geliyordu ama belki de o kadar imkansız değildi, bilmiyordum. Tek bildiğim onu bırakmayacağımı hem ona hem de kendime kanıtlamam gerektiğiydi.

Bu yüzden beraber yürüdüğümüz bir gün ona benimle baloya gelmek isteyip istemediğini sormuştum.

Adımları durmuş, avcumun içindeki eli kayarak benden ayrılmış ve gözleri dehşetle büyümüştü. Ona çok kötü bir şey sormuşum gibi bakarken neden böyle tepki verdiğini anlayamamış, tek elimin utançla ensemi kaşımasına engel olamamıştım.

Elini hareket ettirmiş, ben mi? diye sormuştu. Kafamı sallayarak onaylamış ve bakışlarını benden kaçırıp bir süre sokağı izlemesine neden olmuştum. Ardından beni beklemeden yürümeye başlamıştı. Jeongguk gerçekten de büyüdükçe asi bir çocuk oluyordu. Beni arkada bırakıp yürüyüp gitmeye ve sorularımı görmezden gelmeye çok alışmıştı ve bundan çok da hoşlandığım söylenemezdi.

Peşine takılırken belki de biraz düşünmeye ihtiyacı vardır diye düşünüyordum. El ele tutuşmayı alışkanlık edinmiş olsak da o elimi bıraktığı için yürürken ellerimi cebime sokarak ona eşlik etmiş, bir karar vermesi için ona alan tanımıştım.

Tanıdık parka geldiğimizde ikimiz de konuyu tekrar açmış değildik ve aramızda tuhaf, alışık olmadığımız bir gerginlik vardı. Jeongguk salıncaklardan birine oturunca ben de onu takip ederek yanındaki boş salıncağa binmiş, gözlerimi bir cevap bekler gibi ona dikmiştim.

Bir kızı davet etmen gerekmiyor mu?

Sorduğu soruya kaşlarımı çatmış, biraz düşünüp herhangi bir kızı davet etmek istemiyorum, demiştim. Seni götürmek istiyorum. Eminim çok eğleniriz.

𝙣𝙤 𝙬𝙤𝙧𝙙𝙨, 𝙩𝙖𝙚𝙠𝙤𝙤𝙠 ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin