the great war, taylor swift
Jeongguk'un toplanışını izlemek kalbimi kırıyordu.
Bazen bir şeyleri gerçekten yaşanana kadar inkar etmek kolay olurdu. En yakın arkadaşım eylül ayına girmemizle beraber eşyalarını yavaş yavaş toplamaya başlayınca her şeyin değişmeye başladığı gerçeğini inkar etmek o kadar kolay değildi. Gidecekti. Gitmek zorundaydı. Biz sonsuza kadar aynı noktada durmak istesek de hayat durmuyordu. Gezegenler dönüyor, zaman akıyor ve her yeni gün hava biraz daha soğuyordu.
En soğuk gecelerin Jeongguk'a sarılmadan uyumak zorunda kalacağım geceler olacağını biliyordum.
Yeri geldiğinde valizine ben de birkaç parça yerleştirmiş, çoğu zaman ise kıyafetlerini özenle katlayıp koyuşunu izlemiştim. Her yaptığı şeyi büyük bir dikkat ve incelikle yapıyor, yetenekli parmakları her zaman ona has bir zerafetle hareket ediyordu.
Banyodan sonra sıktığı, portakalları anımsatan vücut spreyi de girmişti çantaların içine, ona verdiğim misketlerden en sevdikleri de. Kendisiyle ilgili her şeyi sığdırmıştı bavullarına ancak bir ben geleceğine sığamamıştım.
Bir ben onunla gelemiyordum.
Bu gerçek ise cam kırıklarının üstünde kilometrelerce koşmaktan daha çok acıtıyordu.
Jeongguk ve annesinin yola çıkacağı günün bir önceki gecesi son saatlerimizi beraber geçirmek için anneme eve gelmeyeceğimi söylemiş, soluğu tavşanımın penceresinde almıştım. Ezberlenmiş hareketlerle tırmandıktan sonra dengemi sağlayamayıp açık olan camdan içeri düştüğümde kısık bir küfür mırıldanmış, acıyan kafamı ovalarken odanın içinde gözlerimi gezdirmiş ve boş olduğunu fark etmiştim. En sevdiği kitabı yatağının üzerinde değilken ve kıyafetleri sandalyesinin sırt kısmına yığılmamışken bu oda hiç olmadığı kadar yabancı hissettiriyordu. Sanki şu yatakta hiç beraber uyumamışız, kahkahalarımız bu duvarlara çarpmamış gibi... Ben düşünceler içindeyken saniyeler sonra odasının kapısını aralayan Jeongguk beni görünce gözlerinin büyümesine engel olamamış, bir an için kapı eşiğinde donakalsa da elindeki kupayı dikkatlice komodinin üzerine bıraktıktan sonra yanıma gelmişti.
Elleri kafamın hala sızladığı yere gidip masaja benzeyen hareketlerle ovmaya başladığında tüm acım uçup gitmiş, kendimi ona gülümserken bulmuştum. Neden kapıdan girmedin?
Penceresinden girmek bu yaz edindiğim bir alışkanlıktı. Balkonu da kullanabilirdim ancak duvarın o kısmında borular yoktu ve balkona atlamaya çalışırken sakatlanmak istemiyordum. Tabii, pencereden girerken de kendimi yaralamıyor değildim. Yine de Jeongguk için değerdi.
Böylesi daha eğlenceli, demiştim yüzümde munzur bir gülümsemeyle. Hissettiğim melankoli çok güçlüydü ancak onu böyle uğurlamak istemiyordum. Kendime bunun bir son olmadığını söyleyip duruyor, Jeongguk'un da buna inanmasını istiyordum. Aramızdaki bağ kilometrelerden çok daha güçlüydü, şimdi ağlarsam Jeongguk'u oraya korkuyla göndermiş olurdum. Bu yüzden tüm acımı derinlere gömüp her şey normalmiş gibi davranıyor, onun da panik olmamasını sağlamaya çalışıyordum.
Göz göze geldiğimizde yaramaz bakışlarımdan onunkilere sıçrayan bir şeyler olmuş, dudağının kenarı yavaşça yukarı toplanmıştı. Onu tanıyordum, bu yaptığım hoşuna gidiyordu ama canımın acımasından hoşlanmadığı için kızmadan da edemiyordu.
Bir daha yapma, demişti tıpkı tahmin ettiğim gibi sinirli bir ifadeyle. Belki de uzun, çok uzun bir süre odasına tırmanamayacağım gerçeği bir mermi gibi vurduğunda tüm bu acımı maskeleme çabasına rağmen gülümsemem donuklaşmış, gözlerimi Jeongguk'un ellerine indirmeden edememiştim. Böyle anlarda bir zaman kapsülü icat etmek ve Jeongguk'la ikimizi içine çekmek istiyordum. Hayat akmaya devam edebilirdi; mevsimler değişir, insanlar ölür, yıldızlar kayardı ama Jeongguk'la ben sadece bize ait olan baloncuğun içinde sonsuza kadar bu anda kalırdık. Bu anda; elleri saçlarımda ve çıplak dizleri benimkilere değerken, sonsuza kadar gençliğimizin baharında ve gözlerimizde yaramaz parıltılar varken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝙣𝙤 𝙬𝙤𝙧𝙙𝙨, 𝙩𝙖𝙚𝙠𝙤𝙤𝙠 ✓
Fanfiction🧸 childhood friends to lovers ❝taehyung ve jeongguk'un anlaşmak için kelimelere ihtiyacı yoktu.❞ seme!tae uke!gguk