19, when fireworks exploded inside me.

6K 881 523
                                    

tears in the typing pool, broadcast

Sık sık düşünürdüm, beni ben yapan şeyler hakkında.

Bilirsiniz; ellerim, saçlarım, gözlerim. Uyanınca yaptığım ilk şey, en sevdiğim renk, hatırladığım ilk çocukluk anısı... Tüm bunlar ve milyonlarca daha küçük şey beni ben yapıyordu. Tıpkı diğer tüm milyonlarca şeyin de diğerlerini özel yapması gibi. Herkesin birer gezegen olduğunu düşünmeden edemiyordum. Hepimiz havası, toprağı, yörüngesi farklı olan; benzer ama bir o kadar da eşsiz dünyalardık. Her insan yakından bakılmaya değerdi, çünkü herkeste keşfedilmeyi bekleyen bir şeyler vardı. Umutsuzca var olan, sevilmek kaderinde yazılı onca şey; tıpkı sıcak bir gülüş, anlık bir tepki ya da sadece basit bir doğum lekesi gibi.

Beni ben yapan şeyler hakkında düşünürdüm, Taehyung'un beni nasıl gördüğü ve bunları nasıl yorumladığı hakkında.

O da beni bir gezegen olarak görüyor muydu mesela, çok iyi tanımasına rağmen keşfedilmeyi bekleyen?.. Gülüşüm hoşuna gidiyor muydu, peki ya ellerim? Ten rengim fazla mı soluktu onun için, sözcüklerim yetersiz ve korkularım komik miydi?

Merak ediyordum. Tek bir dilek hakkım olsaydı bir günlüğüne Taehyung olmak ve benim hakkımda düşündüklerini öğrenmek isterdim herhalde. Saf, tamamen gerçek hislerini ve asla söylemeye cesaret edemediği her şeyi... Ancak tüm bunlardan bile daha fazla merak ettiğim bir şey vardı.

Sesim.

Sesim neye benziyordu?

Zaman zaman Taehyung'a sormak istemiştim ancak bana açıklayamayacak olması, açıklasa bile benim bunu anlamaktan aciz olacağım gerçeği beni hep geri çekmiş, merakımı derinlere gömmeme neden olmuştu. Sadece kendi sesimi merak etmiyordum, onun sesi de uykularım kaçıracak türden bir meseleydi benim için. Ürpertici miydi, omurgamda böcekler geziyor gibi mi hissettirirdi? Yoksa tıpkı gülümseyişleri gibi sıcak ve sarmalayan bir sesi mi vardı? Ya benimki?.. Ona bir şeyler hissettiriyor muydu? Ona adıyla seslenmek istediğim kadar o da adını benden duymak istiyor muydu?

Bu tür şeyler düşünmek çoğu zaman buruk bir hüzün verirdi. Uyuyamadığım gecelerde yorganıma sarılıp sesimin nasıl olabileceğini düşünmeye çalışırdım. Belki günün ilk ışıkları gibi hissettiriyordu, belki fırından çıkan taze kurabiyeler kadar güzeldi. Belki de tam aksine soğuk bir kış akşamını hatırlatıyordu, kara dokunmak gibiydi.

Bu tür şeyleri düşünmek her zaman üzücüydü ama Taehyung'un benden vazgeçtiğine emin olduğum günlerde her şey canımı çok daha fazla yakıyordu.

Ağlıyordum, ağlamadığım zamanlarda resim yapıyor, sonra yine ağlamaya başlıyordum. Böyle olmak istemiyordum, gerçekten. Bu kadar kolay dağılmak, böyle acınası bir hale bürünmek istemiyordum ama Taehyung'u en son gördüğüm an aklımın ucundan gitmiyordu.

Üstüne sinmiş alkol ve sigara kokusu, yakası kaymış kıyafeti, ıslak saçları ve dudaklarında belli belirsiz bir ruj izi. Taehyung'u böyle hatırlamak istemiyordum.

O on yaşındayken beni bulan Taehyung'du, on ikimdeyken kendisi de hala kollukla yüzüyor olmasına rağmen sırf ben simitle yüzmek istemedim diye bana yüzme öğretmeye çalışmıştı. Her doğum günümde mum üflerken hemen yanımda olmuş, hediyemi hep ilk o vermişti.

Düşününce Taehyung beni ben yapan en önemli şeylerden biriydi.

Ve ben onu böyle hatırlamak istemiyordum işte. Beni unuttuğunu, artık o kadar yakın olmadığımızı hatırlamak istemiyordum. Bazı gerçekleri görmek istemiyordum; onun çoktan büyümüş olduğu ve benim ona yetişemediğim gerçeği gibi. Çünkü olan buydu; Taehyung için fazla küçüktüm. Bunca yıldır aramızdaki iki yıllık yaş farkı ilk defa olduğundan daha fazla hissettiriyordu. Tüm bu yeni alışkanlıkları, havalı arkadaşlıkları ve gittiği ev partileriyle Taehyung ona ulaşamayacağım kadar uzaktaydı.

𝙣𝙤 𝙬𝙤𝙧𝙙𝙨, 𝙩𝙖𝙚𝙠𝙤𝙤𝙠 ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin