11.

83 19 26
                                    

Batuhan'dan

Doğan "Oo hayatsız orospu çocuğu gelmiş." diyerek arkamda bir yere baktı. Ben daha ne olduğunu anlamamışken "Hoş geldin Gürkan." dedi ve daha da serbest oturmaya devam etti.

Gürkan ona gülerek göz devirip yanımıza geldi. Selamlamak için ayağa kalktığımda bana sarıldı ve tıpkı masada olduğu gibi sağımdaki sandalyeye oturdu. Günlük kıyafetlerle gayet havalı gözüküyordu. Masadakinin aksine, bu kez deri ceketini ve yırtık pantalonunu değil de ince bir sweatshirt ve eşofman altı giymişti. Ona yeniden gülümsedim.

Çağlar'ı beklerken Doğan ve Gürkan'ın bol küfürlü atışmalarını dinlemeye başladım. Yine kendi halimde etliye sütlüye karışmadan oturduğumu fark ettim. Masada da olsak, başka yerde de olsak ben sanki hep böyle etrafımda yaşanan olayların dışındaydım. Üstümü biraz düzeltip etrafıma bakındım. O sırada kapıdan aceleyle giren Çağlar'ı gördüm. Telaş yapmaması için ona gülümsedim.

O da gülümseyip hızlıca yanımıza geldi. Ayağa kalkıp sarıldım. O sırada Gürkan "Bizi çağırana bak, en son geliyor." diye söyleniyordu. Çağlar her zaman oturduğu yere, Gürkan'ın karşısına otururken özür dileyip "Size kahve ısmarlayayım. Ayıp oldu." dedi.

Doğan hala rahat bir şekilde otururken "Aman aman sakın yapma. Bir kahvenin kırk yıl hatırı var. Sana mı katlanacağız kırk yıl?" dedi.

"Doğan kes sesini feryadını sikerim." diye çıkıştı Gürkan.

"Yengeyi sikemeyince feryadıma mı göz diktin yarram?"

"Yengeni sikemediğimi nereden çıkardın?"

"Yengem bile fark edememiştir. Üç santimetre seni."

Çağlar buluşma fikrini ortaya atmaktan bariz pişman bir şekilde sandalyesine çöktü. Bana bıkkın bir bakış attı. Gülümseyip omzuna dostça vurdum. Doğan gündüz uykusu yokken daha da katlanılamaz bir insandı, bugün bunu net bir şekilde anlamıştım.

Çağlar kafasını ellerinin arasına alıp biraz alçak sesle "Lütfen sesli küfretmeyin herkes bize bakıyor. Ayrıca ben yenge falan değilim." diye söylendi. Doğan inat olsun diye yine bir şeyler gevelerken içinde bulunduğumuz durum tuhaf şekilde hoşuma gitmişti.

Yine masadaydık. Farklı bir saatte, farklı bir yerde ve insan içindeydik. Dörtlü olarak karşı karşıya aynı masayı paylaştığımız her an dünyanın geri kalanı bizim için küçük bir detaydan ibaret gibi oluyordu. Birbirimizle dalga geçip, birbirimize dert anlatmaktan başka bir uğraşımız olmuyordu. Kendine yeten bir grup olmak çok ilginç bir histi.Onlarla tanıştığım için mutluydum. Hayatımda neredeyse ilk kez kendimi bir yere ait hissetmiştim. Masa'ya.

Garson gelip siparişleri istediğinde ona cevap vermekte zorlandım. Ben insanlarla konuşmayı pek beceremezdim. Zorlanırdım ya da korkardım. Sahip olduğum çeşitli sorunlardan bir tanesiydi bu. Çok sık böyle elim ayağıma dolaşmazdı ama bazen durduk yere tetiklenirdi işte.

Yerimde biraz kıpırdanıp ne diyeceğimi düşünürken karşımda oturan Doğan "Ona da bir limonata getirin." diye benim yerime konuştu. Bana iyilik yapmasına şaşırsam da anı bozmamak için bir şey demedim. Ağzımı oynatarak ona sessizce 'teşekkürler' dedim. Karşılığında bana alayla gülüp kafasını başka yöne çevirdi.

Garson siparişleri getirene kadar fazla bir şey konuşulmadı. Siparişler gelince ve garson yanımızdan ayrılınca tekrar konuşmaya başladık.

Gürkan, Doğan'a "Babanla aran nasıl? Hala dayak yiyor musun?" diye sordu. Doğan ağzında oynadığı pipeti çıkarıp alayla gülümsedikten sonra tişörtünü hafif yukarı kaldırarak karnını gösterdi. Hafif morlukları olan kırmızı ve büyük bir yara vardı. Onu Gürkan'a gösterdikten sonra tişörtünü geri indirdi. Üst vücudunu ilk kez görmüş oldum. Fazla yapılı bir vücudu yoktu ama çelimsiz de değildi. Eminim spora gidecek fırsatı olsa karın kası yapabilirdi ki zaten az çok vardı.

M.A.S.A (remastered)Where stories live. Discover now