16.

65 11 20
                                    

"Ben öyle düşünmüyorum." diyip arkasına yaslandı Gürkan. Kendimizi tuhaf bir felsefi muhabbetin içinde bulmuştuk. Geçen gün Doğan'ın aşırı sıradışı ve ilginç tavırlarından onlara bahsettiğimiz için konumuz dönüp dolaşıp mutluluğa gelmişti. Muhtemelen bu masada arasak da bulamayacağımız bir şeye yani.

"Sen ne düşünüyorsun peki?" diye sordu Doğan. Gürkan arkasına yaslanıp sigarasından bir nefes aldı. "Ne önemi var?" dedi umutsuzca.

Belki de onu ilk kez bu kadar umutsuz görmüştüm. Kendini buna inandırmış gibiydi, kimsenin onu dinlemeyeceğine... Çağlar sinirle boş bira kutularından birini ona fırlattı. "Ne saçmalıyorsun sen? Elbette ki önemi var. Sen böylesin işte, hep kuyruğunu kıstırıp kaçıyorsun." dedi. Kavga etmemeleri için içimden dua ediyordum. Kedi köpek gibi didiştiklerinde hiç çekilmiyorlardı.

Gürkan kucağına düşen ezilmiş bira kutusunu alıp kenardaki çöp kutusuna salladı. Bıkkınlıkla nefes verip Çağlar'a baktı. "Söylesem ne yapacaksın?" dedi. "Söylesem mutlu edebilecek misin beni? Mutluluk hakkında ne düşündüğümün ne önemi var? Ona ulaşamıyorum, içimin rahat olduğu tek bir gün bile yok. Ve olmayacak, buna alıştım. Ben böyle yaşamak için doğmuşum Çağlar, ne düşündüğümün en ufak bir önemi yok."

Çağlar kaşlarını çattı. "Asıl mutsuz olduğun zaman, umut etmeyi bıraktığın zaman olur Gürkan. Bunu biliyorsun, böyle yaşayamazsın." dedi. Doğan gözlerini yere dikmişti, kendi kendi kendine mırıldandı. "Umut etmek sadece işkenceyi uzatır." dedi.

Böyle çok bitik durmuştuk. Az sonra gidip kayalıklardan kendimizi bırakacak gibiydik. Öyle olmazdı elbette, yine de içten içe dilediğimiz buydu belki. Hepsi tam burada son bulsa ne olurdu? Ne kadar kötü olurdu? Neleri kaybederdik? Dünyadan, ne eksilmiş olurdu?

Çağlar kafasını iki yana salladı. "Sen söylemezsen söyleme, ben söylerim." dedi. "Bence mutluluk her zaman gizlenir. Saklanır, kendini göstermez. Ya onu ararlar, ya da bizim gibi bir ara sokakta oturup onun varolmadığını düşünürler. Mutlu yaşamak bizim elimizde, burada oturup yakınarak nasıl mutlu olabiliriz?" dedi. Sonra ayağa kalkıp cebini karıştırdı. "Ben şu köşedeki tekele gidiyorum, gelirim az sonra." dedi.

Çağlar gözden kaybolduğunda Doğan'la aynı anda Gürkan'a döndük. Gözlerini kaçırıp başka yönlere bakıyordu. En sonunda o da sinirle ayağa kalktı. "Mutluluk arayacakmışız! Sekiz çocuk ve bir kadına bakarken mutluluk aramaya vaktim olmadığı için özür dilerim beyefendi. Neyse, ben de gidiyorum, sigara alacağım." diyip Çağlar'ın peşine takıldı.

Ara sokakta Doğan'la karşı karşıya kalmıştık. Sırıtarak Gürkan'ın arkasından bakıyordu. "Neye gülüyorsun?" diye sordum.

"Sana ne yarram?" diye cevapladı.

"Eski Doğan, hoş geldin." dedim.

"Hadi kalk." diyip ayaklandı. Neden olduğunu sormadan ayağa kalktım. Son zamanlarda masanın dışında her yerde takılıyorduk. Şu aptal sözümüz tamamen çöp olmuştu. Hani masa dışında birbirimizi tanımıyormuş gibi yapma sözümüz. Bu gayet iyi bir gelişmeydi bana kalırsa. Benim bu insanlardan başka arkadaşım yoktu, onlarla gün içinde de takılmak hoşuma gidiyordu, özellikle Doğan'la.

Doğan ve ben tekelin önüne geldiğimizde Çağlar ve Gürkan'ın hala tartıştığını gördük. Doğan benden önce gidip aralarına girdi. Onlar bir şeyler konuşurken etrafıma bakındım. Sokak pek bir boştu. Kenarda ufak bir kedi yavrusu gördüğümde yanına ilerledim. Bizim evde de bir kedi  vardı ama ben buraya üniversite için geldiğimde annem "Sen daha kendine bakamıyorsun kediye nasıl bakacaksın?" diyip kediyi almama izin vermemişti.

Minik kedinin yanına ilerledim, biraz gerilediğinde olduğum yere çöktüm ve daha fazla yaklaşmadım. Elimi uzatıp onu yanıma çağırdım. Biraz bekledikten sonra yavaşça elime yaklaştı ve kafasını sürttü. Beyaz renkli, elim kadar bir kediydi. Annesi yakınlarda mı diye bakındım ama kimse yoktu.

M.A.S.A (remastered)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin