15.

74 12 30
                                    

"Yağmurun altında duran bir trenden hüzünlü, daha ne var ki hem dünyada?"

--

Ertesi sabah uyandığımda Doğan çoktan kalkmış etrafta dolanıyordu. Telaşlı, daha doğrusu biraz tuhaf ama heyecanlı gözüküyordu. Çekinerek yanına yaklaştım. Omzuna dokunduğumda irkilip bana döndü. "Ne oluyor?" diye sordum. Kafasını iki yana sallayıp cevaplamadan odanın içinde dolanmaya devam etti. Bu tuhaf hareketlerine anlam vermeye uğraşarak koltuklardan birine oturdum. Hiç ama hiç hayra alamet gelmiyordu.

"Ben galiba.." diyip sustu. Sonra kafasını iki yana sallayıp kendi kendine "Yok canım, daha neler." diye mırıldandı. Hala neler olduğunu anlayamamıştım. "Sen iyi misin?" diye sordum. Kafasını bana çevirip bir süre baktıktan sonra hızla karşımdaki koltuğa oturdu. Elini kalbine götürüp biraz soluklandı. Sonra bariz bir telaşla. "Ben galiba öleceğim." dedi.

Kendi tükürüğümde boğulmak üzereyken son anda toparlanıp kocaman gözlerle ona baktım. "Ne saçmalıyorsun sen sabah sabah?" diye sordum. Normalde böyle agresif bir soru sorsam herhalde canıma okurdu ama kendi korkusu ve telaşı içinde boğulacak gibiydi. "Batuhan ölmek üzereyim sanırım. Lütfen Gürkan'a benim için sıkı bir yumruk at galiba son kez vuramaycağım." diye devam etti. En sonunda bu zırvalıklara dayanamayıp ayağa kalktım.

Bir bardak su alıp Doğan'a getirdim. Suyu alıp içtikten sonra soran gözlerle ona baktım. Açıklama yapmasına ihtiyacım vardı. Bacaklarıyla ritim tutarak bardağı bana geri verdikten sonra "Batuhan, sabahtan beri kalbim küt küt atıyor, gökyüzü falan bir aydınlık güzel gözüküyor, dışarı çıkıp gezesim gördüğüme de sarılasım var. böyle şey gibi.." dedi.

"Mutlu gibi mi?" diye lafını böldüm. Gözlerini kocaman açarak koltukta geriye kaydı.

"Ne dedin?" diye sordu.

"Mutlu?" dedim.

Bir süre şaşkınlıkla yere bakıp kafasında bir şeyleri tartıyor gibi surat ifadeleri yaptı. Sonra bir şey demeden ayağa kalktı. Kendi kendine "Yok ebesinin amı, mutlu mu? Harbi mi? Nasıl yani? Ne zamandan beri? Olamaz canım. Olabilir mi? Bence olamaz. Sence olabilir mi? Sence de olamaz. Ben kesin ölüyorum ondan bu.." gibi şeyler mırıldanarak odayı terk etti.

Son zamanlardaki manyak tavırlarına artık alışmıştım. Belli ki Doğan sadece sert bir maske takan çocuksu ve çatlak bir insandı. Ayrıca sahildeki konuşmamızdan beri bana da iyi davranıyor gibiydi. Söylemeye korkuyordum ama, son zamanlarda bir takım olaylar hariç hayatımız düzene giriyor gibiydi.

Doğan'ın peşinden ilerledim. Mutfakta dolabı açmış, kafasını içeri sokmuş bir şekilde duruyordu. İster istemez haline kıkırdadım. Kafasını kaldırıp bana baktı. Bir süre bir şeyler düşündükten sonra yanıma ilerleyip kolumdan tuttu. Sonra beni dış kapıya doğru çekerek "Kahvaltıyı dışarda yapalım sonra gezmeye gideriz." dedi. Üstelik gülüyordu da. Rüyada mıyım diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Kaşlarımı çatarak peşinden ilerledim. Hiçbir şey almadan hızla dışarı çıktı ve kapıyı kapattı.

"Doğan, anahtar. Anahatar almadım!" diye telaşla konuştum.

"Önemli değil çilingir çağırırız."

"Para da almadım."

"Bir şey olmaz bende var beş falan."

"Beş lira mı?" diye sordum.

Elini cebine atıp bozuk parayı çıkardı. "Kuruş." diye düzeltip ilerlemeye başladı. Aramızdaki asıl bipoların Doğan olduğunu düşünmeye başlamıştım. Yine de şu anki mutluluğuna mani olma gibi bir düşüncem yoktu.

M.A.S.A (remastered)Where stories live. Discover now