Cadının İntikamı

56 0 0
                                    

 "ONLAR" YAŞANMIŞ GERÇEK CİN HİKAYELERİ KİTABI ÇIKTI

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

"ONLAR" YAŞANMIŞ GERÇEK CİN HİKAYELERİ KİTABI ÇIKTI. TRENDYOL ÜZERİNDEN İNDİRİMLİ BİR ŞEKİLDE ALABİLİRSİNİZ. 


Herkes gibi sıradan bir hayatım vardı. Sıradan insanlarla kurulu bir dünyada, sıradan bir ailenin kızıydım. 17 yaşındayken ilk göz ağrım, çocukluk aşkım; lenf kanserinden öldü. Umudumu ilk o zaman kaybettim. İlk o zaman hayallerimin üzerine sünger çektim. İlk o zaman hayatın, o; engellenemez acı tokadını tattım.

Henüz taptaze olan acımı atlatamadan babamı, annemi ve küçük kardeşimi trafik kazasında kaybettim. Yola aniden fırlayan bir at ailemin ölmesine sebep olmuştu. Haftalarca ağladım. Yemedim, içmedim; belki ölürüm diye bekledim. Canıma kıymak istedim fakat başarılı olamadım çünkü sevgilim, annem, babam ve küçük kardeşim beni cennette bekliyordu. Eğer kendimi öldürürsen ebediyen onları göremezdim.

Hayatım artık tamamen değişti. Çünkü ben artık sıradan biri değil, dedesi ve ninesi ile yaşayan, zayıf, soluk renkli, konuşmayan o kız değilim. 20 yaşlarında eğitim artık. Ben normal kızlar gibi değildim. Asla makyaj yapmadım ya da ergenlik tripleri atıp, son ses müzik dinlemedim.

Sadece kitaplar okudum ve her gün ölmek için dualar ettim. Gülüşümü, neşemi, sesimi, hayallerimi kaybetmiştim. Tükenmiştim de sadece kuru bir canım kalmıştı. Her şeyin geçeceğini ve zamanla düzeleceğini söylerler ya hani şu insan unutur meselesi. Ama öyle olmuyordu ve her geçen gün kabuğuma daha fazla çekiliyordum.

Bir gece elektrikli battaniyeden çıkan yangın sonucu dedem ve nenem yanarak, feci şekilde can verdiler ve o kahrolası alevler odama zamanında yetişememiş ve canım alamamıştı. Beni teğet geçip tüm evi küle çevirmesi ise ayrı bir ironiydi.

Yirmi yaşındaydım. Yetim, öksüz ve kimsesizdim. Yaşayan ölü veyahut kuru toprak gibiydim. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Kalan bir avuç akrabamdan kimse beni yanına almak istemedi. Bu; felaket mıknatısı, sıska yürüyen bir ölüyü kim ne yapsın?

Ailemden kalan her şey satıldı. Bir apartman dairesi satın alınıp, o yürüyen, o tükenmiş ölü, yalnızlığı ile başbaşa bırakıldı. Sağlık durumum kötüleşmeye başladı. Aşırı kilo kaybı yüzünden yarı koma haline geçmiştim neredeyse. Aslında doktorda bu halin normal olduğunu söylüyordu. Hiç bakanım yoktu.

Babamın eski iş arkadaşı Ali amca tüm sorumluluğunu üstlendi. Ailem kaza geçirdiğinde arabada Ali amca da vardı ve sağ kurtulan tek kişi oydu. Bana hemşire tuttu. Ben öleceğim için sevinçliydim ama ölüm bana ulaşmadan etrafımda kim varsa alıyordu. Ali amca da kaderinin tekerrür etmesi sonucu tekrar trafik kazası geçirip, komaya girdi ve karısı Fatma teyze onun yokluğunda bana bakmaya devam etti.

2 hemşirem vardı. Biri gece diğeri ise sabah, vardiyalı olarak bana bakıyorlardı. Ailemden kalan yüklü miktarda para, uzun yıllar bakıma yetecekti. Ta ki ölene kadar. Ancak o kadar çok zaman geçmeden hemşirelerin biri intihar edip hayatına son verdi. O ölen hemşire; genç ve nazik bir kızdı.

Bana çok içten davranıyor, kitaplar okuyordu. Artık ölüme alışmıştım. Benim çok isteyip de yapamadığımı o, cesaret edip yapmıştı. Kim bilir ne sıkıntıları vardı? O da benim kadar acı çekmiş olmalıydı. Oysa ne yaşamış olursa olsun bana hiç yansıtmamıştı.

Ben savaşı çoktan bırakmıştım ama vücudun sonuna kadar dileniyordu. Ama artık bana Azrail dışında hiç kimse bir şey yapamazdı. Daha fazla tükenemem diye düşünüyordum ve belki de haklıydım. Ali amcanın komaya girmesi sebebiyle oğullarından biri şehre gelmişti. Onu ilk kez görmüştüm.

Odada kimse yokken sessizce girmişti. Bana bakarak "Demek bizimkilerin bahsettiği o kız sensin. Annem sana çok düşkün. Senin için çok şeyler yaptı." dedi üzgün bir ses tonuyla. Galiba eve getirme işlerini ve hemşirelere para vermek işlerini artık o yapıyordu. Çünkü Fatma teyzeyi eskisi gibi sık sık göremez olmuştum. Artık sadece gözlerimi hareket ettirebiliyordum. Altımı bile hemşireler temizliyordu.

Bir gece ay odama vururken yine hayallere daldım. Ailemi, eski hayatımı, o geçmiş, güzel günlerimi çok özlemiştim. Bu özlemle derin bir nefes alırken, kapının açılma sesini duydum. Bir hemşire beni kontrol etmeye gelmiş olmalı diye düşündüm ama gözlerimle bana doğru gelen kişi inceledim. Evet oydu bu; Ali amcanın oğlunun burada ne işi vardı?

Yüzünde garip bir hal vardı. Çok vahşi bakıyordu. Yatağıma yanaştı ve bacaklarımı araladı o an başıma gelecekleri anladım. Bağırmak istedim olmadı. Sadece gözlerimden yaşlar süzülüyordu ve o kadar acı çektim ki zayıf vücudum kendini bıraktı ve bayıldım. Ama acı yine uyanmama sebep oluyordu.

Bir deri bir kemik kalmış, hasta ve bitmiş bir insan için bu bir ölümdü ve bu işkence sabaha kadar devam etti. Onun o pis, yosunumsu, çürük balık kokusu midemi bulandırıyordu. Bir ara yine bayıldım uyandığımda gitmişti. Altıma yapmıştım. Çok canım acıyordu.

Son gücümü ölümüm için kullanmalıydım. İyi bir insan için bu kadarı fazlaydı. Ölmem için nefesimi tutmam gerekliydi. Zaten oksijen maskesi takılıyordu gün boyu. Bbir haftada bir balkona hava almaya çıkarılırdım. O zaman maske olmazdı. İşte o gün yine geldiğinde fırsatını bulduğum an nefesimi tutacak ve bu işkenceden kurtulacaktım.

Vücudum bana engel olup hava almak isteyecekti ama bu yeterli olmayacaktı. Bunu birkaç kez denersem ölebilirdim. Hemşirem sabah altımı değiştirmeye geldi. Hiçbir şey anlamadım. Bana acıyan gözlerle baktı. Onun için tecavüze uğramam, sabaha kadar ağlamam neyi değiştirirdi ki. Belki de göz yummuştu ya da bu konu para vermiş işini halletmişti. Ölmeyi benim kadar arzulanmış olamazsınız.

Gece oldu ve yine o gelecek diye çok korkuyordum. Kapı aralandı. Bu korku ile gözlerim kapıya döndü. Gelen o olamazdı. Çok daha ufak boyluydu. Tıbbi hemşire de değildi. Garip bir şekilde yürüyordu. Yaklaştı bana doğru. Azrail mi diye düşündüm. Siyah çaputlar giymiş, sırtında kambur olan şeyin elinde bir baston vardı.

Tam önümde duruyordu ama yüzü görünmüyordu. Çok seyrek ve karışık saçları, yüzünü kapatıyor gibiydi. Yüzünü görmek istedim ama başaramadım. Sanki yüzünün olduğu yerde koca bir hiçlik vardı ya da derin bir kuyu. Evet evet evet bu gelen Azrail olmalıydı. Elini alnıma koydu. Parmakları uzun ve soğuktu. Bir diğeriyle ağzımı araladı. Ölüm geliyor olmalıydı. Heyecanlı ve sevinçli olmam gerekirken çok korktuğumu hissettim.

Yok canım ne kadar hayata aşık ruh ne kadar da bedenine düşkün dedim içimden. O ağzımı açıp, parmaklarını soktu. Ağzımda parmaklarını hissettim. Bu, hastalıktan kaynaklanan bir halüsinasyon olamazdı. En az geçen geceki kadar gerçekti. Bir şey çekip aldı boğazımdan. Ruhum zannettim başta ama hala nefes alabiliyordum ve canlı hissediyordum.

O çektiği şey neydi bilmiyorum ama kıl gibi ip gibi uzun bir şeydi ve hemen kusmaya başladım. Ansızın yerimden doğrulmuştum ve istemsizce çığlık atmaya başladım. Hemşire ışığı açtı ve bana baktı. "O nereye gitti?!" dedim bağırarak. Hemşire çok şaşkın görünüyordu çünkü artık konuşabiliyordum.

Cin Hikayeleri  +18Where stories live. Discover now