8. Bölüm: Sinan mı Yavuz mu?

4.4K 1K 1K
                                    

Keyifli okumalar:

Arakanlar şirketinde geçirdiğim yaklaşık bir ay boyunca, işleyişe ve görevlere aşina olmuştum, bu da beni giderek daha rahat hissettiriyordu. İş arkadaşlarım arasında herkesle derin bir diyalog içinde olmasam da mola saatlerinde samimi bulduğum birkaç kişiyle bir araya gelip, şirketin koridorlarında yankılanan dedikodulara katılıyordum. Bu dedikodular genellikle patronlarımızın etrafında dönüyor, bu durum bazen vicdanımı sızlatsa da bu sosyal etkileşimden kendimi uzak tutamıyordum.

Yavuz Bey şirkette haftada üç gününü geçiriyor, kalan zamanlarda ise başka bir fabrikada bulunuyordu. Türkiye'nin dört bir yanına yayılmış fabrikaları vardı, bu da Arakanlar'ın ne kadar geniş ve köklü bir iş ağına sahip olduğunun bir göstergesiydi. Bu devasa şirket ağı, aslında dedelerinden miras kalmış ve nesiller boyu titizlikle yönetilip büyütülmüş, böylece bugünlere ulaşmıştı. Ki bu Yavuz Bey'in anne tarafına aitti. Bir de babasının sahip olduğu fabrikalar vardı.

Şirkette dolaşan söylentilere kulak verdiğimde, Arakanlar ailesinin zenginliğine rağmen, hiçbir üyesinde kibrin gölgesi bile yoktu. Onlar sadece iş dünyasında değil aynı zamanda yardımseverlikte de öncü bir rol oynuyorlardı. Ailenin varlığı Türkiye'nin dört bir yanında ve uluslararası alanda ihtiyaç sahibi insanlara ulaşan bağışlarla, iyilik ve şefkat elini uzatıyordu. Bu cömert hareketler onların sadece işlerinde değil aynı zamanda toplumsal sorumlulukta da öncü olduklarını gösteriyordu.

Aile üyeleri şirketin sınırları içinde disiplinli ve mesafeli bir duruş sergileseler de özel hayatlarında bu mesafelerin kalktığı, daha sıcak ve yakın ilişkiler kurdukları biliniyormuş. Erkeklerin ciddiyeti ve kadınların sevecenliği, onların karakterlerinin derinliklerinde yatan zıtlıkları ve uyumu ortaya koyuyormuş.

Eren Bey şirketin en samimi yüzü olarak biliniyordu. Onun ağabeyiyle Yavuz Bey'in ablası evlilermiş. Bu zamana kadar patronlardan sadece Eren ve Yavuz Bey'i görmüştüm. Diğerlerinin adı vardı kendileri yoktu.

Öğle vakti geldiğinde bilgisayarımın ekranını kapattım. Yavuz Beyn dedesi hasta olduğu için gelmiyordu bir süredir işe. Asistanı iki gündür yoktu. Onlar burada olmayınca daha rahat hareket ediyordum. Ayağa kalkmadan önce Sinan'a, "Nasılsın?" yazdım.

Onunla da eskisi kadar mesajlaşamıyordum. Mesajlarıma oldukça geç cevap veriyordu, bazen sadece 'görüldü' atıyordu. Bu durum beni üzüyordu. Oysa birbirimizi tanımıyorduk. Sadece mesajlaştığım birine bu kadar bağlanmam doğru değildi. Acaba hayatında biri mi vardı? İlk zamanlar hemen cevap veriyordu, şimdi vermediğine göre aklıma bu geliyordu.

Asansöre doğru ilerlerken, hararetli bir şekilde konuşan iki kadının yanına yaklaştım.

"Allah rahmet eylesin, yarın otobüs kaldıracakmış şirketin önünden. Son görevimizi yapmak için gideriz."

Bir adım daha yaklaştım onlara. "Şirketten biri mi vefat etmiş?" Aynı anda bana döndüler. "Haberin yok mu?" dediklerinde asansörün kapısı açıldı. Sevcan, gözleri dolu dolu, "Yanına geliyordum," dedi.

"Kim ölmüş, Sevcan?"

"Büyük patron."

O kadar çok patron vardı ki, hangisinden bahsediyordu? Yüzümdeki sorgulayan ifadeyi anlayınca, "Yavuz Bey'in dedesi vefat etmiş," dedi.

"Aa, Allah rahmet eylesin."

Asansörün içine bindik. "Yarın cenazeye gideceğim, sen de gelecek misin?"

"Herkes giderken benim gitmemem ayıp olur mu?"

"Olur tabii, Yavuz Bey'in sekreterisin sen. Ben az önce mesaj attım şirket hattına, sen de at istersen."

BİR DİLEĞİM VAR ( YARI TEXTİNG )Where stories live. Discover now