5. Bölüm: Yönetim katı

18.5K 2.6K 3.5K
                                    

Keyifli okumalar...

Masa başında çalışmanın kolaylığına dair eski inançlarım, bugün kırılgan bir cam gibi paramparça oldu. Zihnimde, akşama dek evraklar arasında boğulmuş, susmak bilmeyen telefonların ardı arkası kesilmeyen çağrılarına "Alo" demekten başka bir şey yapmamış olmanın yorgunluğu vardı. Akşam eve nasıl geldiğim, yemeği nasıl yuttuğum ve yatağa nasıl geçtiğim hakkında en ufak bir hatıra bile yoktu zihnimde. Tüm günün bulanıklığı, bir sis perdesi gibi anılarımın üzerine çökmüştü.

Ertesi sabah, alarmın ısrarlı çanıyla uyanmak bir işkenceydi. Gözlerimi açmak için kullandığım her gram enerji, bedenimi yataktan kaldırmak için harcadığım çabadan daha fazlaydı. Yüzümü yıkayıp, dolabımdan krem rengi, kalın askılı elbisemi çektim. Dünkü deneyim, saçlarımı salık bırakmanın ne denli bir hata olduğunu acı bir şekilde öğretmişti. Bu yüzden bugün, kendimi toparlamanın bir simgesi olarak, saçlarımı balık sırtı örgü ile disipline ettim. Aynada solgun yüzüme baktım; hafif bir makyaj, günün zorluklarına karşı koyacak zırhım olmalıydı.

Odanın kapısından çıktığımda, kendimi yorgun ama bir o kadar da kararlı hissediyordum. Dünkü deneyimlerin ağırlığı omuzlarımda hissedilirken, bugünü nasıl atlatacağıma dair bir planım yoktu. Ancak bu düşünceler, evin sıcak koridorundan mutfakta yükselen kahvaltı kokularına karışınca bir anda dağıldı.

Mutfak, ailemin kahvaltı için bir araya geldiği, güne pozitif başlangıç yaptığımız yerdi. Annem, babam ve kardeşim, masanın etrafında yerlerini almışlardı. Annemin elinden çıkan lezzetler, masayı süslüyor; babamın gazetesinin hışırtısı, sabahın sessizliğini tatlı bir şekilde bozuyordu.

"Günaydın," dedim, sesimde hâlâ uykunun ağırlığı varken. Annem başını kaldırdı ve gülümsedi. "Günaydın canım, nasılsın bugün?"

"İyi," dedim, oturduğum sandalyeye yavaşça yayılırken. Aslında pek de öyle hissetmiyordum ama ailemin moral verici varlığı, içimdeki yorgunluğu biraz olsun hafifletiyordu.

"Babaannem halama mı geçti?"

"Evet kızım. Bizi de çağırdılar ama baban işe öğlen gideceği için gitmedik."

"Babam artık bırak şu işi. Bu yaşta üç vardiyalı çalışıyorsun, aklım sen de kalıyor. Bak benim maaşım çok iyi, geçiniriz."

Gözlüklerinin üstünden bana bakarak, "İlk gün nasıl geçti?" diye sordu. Yine konuyu kapatmaya çalışıyordu. Ne kadar çalışma desem de çalışıyordu. Anlatmaya başladım, dünkü kaostan, telefon trafiğinden, evrak dağlarından bahsettim. Onlar dinlerken, yaşadıklarımı bir kez daha gözden geçirme fırsatı buldum ve aslında ne kadar çok şey öğrendiğimin farkına vardım.

Annem, eliyle omzumu sıvazlayarak, "Her işin başı zordur, kızım. Ama sen bu işin üstesinden gelecek güçtesin," dedi. Babam da ekledi, "Evet, biraz zaman ver. Her şey yerli yerine oturacak. Sosyal hakların iyi, masa başında çalışıyorsun. Şimdi zor gelir ama sonra alışırsın. Eğer çalışmanı beğenirlerse belki yükselirsin de."

"Gülümsedim. Ben bu işi iyice öğreneyim baba, yükselmesem de olur. Fazlasında gözüm yok. Erken çıkmam gerek, bugün patron gelecekmiş; dün akşam da bahsetmiştim, ilk gününde onu sinirlendirmek istemem."

"Paran var mı?"

"Var baba, merak etme. Görüşürüz," diyerek cevapladım, çantamı omzuma atıp evden çıktım. Servisin gelmesine daha on dakika vardı. Adımlarımı hızlandırırken, "İlkay!" diye seslenen Buse'yi fark ettim. "Acelem var, akşam uğrarım," dedim, ona doğru el sallayarak.

"Unutma ama," diye seslendi arkamdan.

"Unutmam," diye yanıtladım, adımlarımı daha da hızlandırarak.

BİR DİLEĞİM VAR ( YARI TEXTİNG )Where stories live. Discover now