1. Bölüm: "Ölümü Giyinen Kelebek"

903K 46.1K 109K
                                    


Bölüm Şarkısı: Blueneck - Broken Fingers

1. Bölüm: "Ölümü Giyinen Kelebek"

Lavin.
Adım Lavin.
İsmimin anlamı çığ ve heyelan. Beyaz ölüm.

Zihninde işlediği suçlara acımasızca balta vuran o kız benim. Ayaklarımın üstüne basıp, tabanlarımda soğuğu hissettiğimden beri tek başımayım. Ailemi bir trafik kazasında, mucize olarak tek başıma kurtulduğum bir saçmalığın yumağına takıldığım zaman kaybettim.

Ben beyaz ölümüm.

18 yaşıma girdiğim gün yetimhanenin kapıları da yüzüme kapandı. Hayır, yetimhanede büyümedim, çok sevgili halacığım beni yanına aldı ve babam ile annemin maaşlarının yetimhaneye yatırılmasına izin vermedi. Bana karşı içinde bir gram sevgisi olmayan bu kadının yanından kurtulmak için yaşımın dolmasını bekledim. Yaşım dolduğundaysa, artık kabul edileceğim hiçbir yer yoktu.

Hiç kimsem yoktu.

Hiçbir akrabası tarafından kabul edilmeyen, yıllarının büyük bir kısmını günlere bölerek eski bir ranzanın üstünde; tozu burnundan içeri, ciğerlerine çekip, çürüğün küflü tadına vararak büyüdüm. Halamın bana verdiği eski ranza için ona minnettarım. Buna inanmadınız, değil mi? Bence de inanmayın.

Siktiğimin karısı.

Hayata tutunmayı öğrenmem için beni okuldan alıp bir kuaföre çırak olarak veren, aldığım iki üç kuruşu da elimden alıp, çevredekilere iyi hala rolü çizen bir şırfıntıdan fazlası değildir o. Gülen yüzüne, tatlı sözüne kanmayın.

O evden kaçıp, kendimi bu küçük apartman dairesine tıktığım günden beri yanımda tek bir kişi vardı. Artık yok. Acıyı hissedebiliyor musunuz? Parçalanıyorum. Orada kimse var mı?

Lütfen, ışığı kapatma.

Ya da kapat. Beyaz ışığın yapacağı tek şey ruhunu kör etmek.
Aç gözünü.
Ruhumuzu yakıyorlar.

Ruhumun kıvrımlarından yükselen yanık koku, ruhani derimi tütüzlerken, altları gri gölgelerle damgalanmış bal rengi iri gözlerimin, ahşaptan kenarları kavlamış aynaya düşürdüğü yansımaya bakıyordum. Açık kahverengi, sarıyla örtüşmeyen ama kahverengiye de bir türlü sadık kalamayan kızılımsı kumral saçlarım yağlanmıştı. Her soluğumda boğazımdan aşağı yayılan tozun yakıcılığı soğuğun eşliğinde göğsümü yarıyordu.

Acıyı, damarlarında dolaşan kanın pıhtısında, ruhunun kıvrımlarında ve düşüncelerinin kelimelere sırtını yaslamış bir şekilde harflere muhtaç yarık parmaklarda hisseden her insan; bir parça yorgunluğu fırçanın ucuyla kaşlarının ortasına çelimsiz bir çizgi olarak indirirdi.

Yorgundum.

Acıyordum.

Yüzeyi çatlayan dudaklarımı araladığımda, aynadaki yansımamda beni taklit etti. Üst dudağım, alt dudağımın dolgunluğu göz önünde bulundurulduğunda incecik bile diyebilirdim. Dudağımın üstünde küçük bir bene sahiptim, benim de tıpkı saçlarım gibi açık renkliydi ve çok ilgi çekmiyordu. Parmaklarım tozlu masanın yüzeyine indirilmiş bir darbeydi. Avuçlarımı tamamen masaya yasladım ve aynaya biraz daha yaklaşarak, tüm ağırlığımı ahşaptan bozma, eski ve ucuz masaya verdim.

Birkaç yıldır tanıdığım, birkaç yıl içinde birçok kalıba sığdırdığım insanın yokluğu tozlu bir camın arkasından beni izliyordu sanki. Hayatıma yön veren tüm fikirlerle inatlaşıyordu sanki onun yokluğunun varlığı.

VAVEYLAWhere stories live. Discover now