16. Bölüm: "Yaralı Bulut ve Çoban Yıldızı

618K 31.6K 170K
                                    

16. Bölüm: "Yaralı Bulut ve Çoban Yıldızı"

Teoman, Çoban Yıldızı

Kelimeleri var eden duygular, göğsümde intiharın eşiğinde duran bir kadını rüzgârda savrulan saçları gibi savruluyordu.

Bir fotoğraf karesi elbette bir insanı ağlatabilirdi ama nasıl oluyordu da insan fotoğrafta gördüğü kendisiyken de böyle yıkılıp, böyle hislerle dolarak ağlayabiliyordu?

Ellerime bakmak istiyordum.

Canım yandığında hep ellerime bakardım.

Çaresiz kaldığımda hep ellerime bakardım.

Konuşmam gerekirken sustuğum anlarda hep ellerime bakardım.

Oysa ellerimde leke gibi taşıdığım kelimeler, içimdeki cinayetin sesimde hiçbir zaman can bulamamış olmasının deliliydiler.

Babamın gözlerimin içine bakarak daima güçlü, dimdik durmam gerektiğini bana öğrettiği zamanları hatırlıyordum; o gözler her zaman bana gücümü verirdi ve kelimeler bu gücün zeminini güçlendirirdi ama o zamanlar bu kelimeleri elimi tutarak sarf ettiği için güçlü olmak daha kolay gelirdi. Güçlü olmak bir düşünceyken çok kolaydı, güçlü olmak zorunda kaldığımızdaysa işler çok değişiyordu. Kendimi bir an evvel toparlamam gerekiyordu. Kendimi toplamam, onun gözlerinden ve cümlelerinden, onun bana vereceği iyi ya da kötü tüm hislerden uzaklaşmam gerekiyordu.

O bir zehir gibiyken, benim onu açık yarama sürüp şifa beklemem anlamsızdı. Seni öldüreceğini bildiğin kana susamış aç bir aslanın başını okşamaktan ne farkı vardı ki bunun? Ben onunla uyuyordum. Ben, ruhumu paramparça edebilecek birinin kollarında uyuyordum.

Bu çok saçmaydı.

Bana hissettirdikleri çok saçmaydı.

Kartal beni mahvedebilecek bir adamdı.

Ve ben buna göz yumamazdım.

Öylece ruhumu teslim edemezdim ona.

Onunla savaşmak zorundaydım, evet savaşmak zorundaydım, en çok da kendimle...

Var olan bir duyguyu yok saymaya başladığın zaman, o duygu baktığın her yerde var olabilecek kadar büyür,demişti babam. Ve eklemişti: Bazı duyguların seni mahvedeceğini bilirsin ama tıpkı elini sobaya değdirmeden sobanın canını acıtacağı söylense bile buna aldırış etmeyen o çocuğun sobaya dokunduğu gibi kalbine dokunursun. Kalbin çok sıcaktır. Dokunmaman gerektiğini bilirsin ama dokunmuşsundur. Tıpkı o soba gibi. Küçük çocuk sobaya dokunmuştur, canı yanmış ve sobaya dokunmaması gerektiğini anlamıştır. Ama kalp, ne kadar sıcak ve yakıcı olursa olsun, insan yandığı ateşin acısına bile alışır. Duygular böyledir. Sen onu değil, bazen o seni yönetir. Bazen kalp, sobaya dokunmaması gerektiğini canını yakarak öğrenmiş o çocuk kadar bile akıllı olamıyor, değil mi?

Babamın sesi, daima kalbimde var olacak bir kalp atışı gibi zihnimde yaşamaya devam edecekti.

Ellerimde büyüyen boşluklarla kendimi kara zorla salona atmıştım. Bedenimi zor taşıyorken pizza kutularını taşımak yüzlerce kilo ağırlığı olan bir yükün altına girmek gibiydi.

Bize bunu yapmak zorunda değildi.

Gözlerimden akan yaşları ince parmaklarımın uçlarıyla silerken sessizce koltukta oturuyordum. Kirpik diplerimin bile sızladığını hissediyordum. Kartal'ın koridora düşen adımlarının sesini duyduğumda kalbime etrafı küf tutmuş bir hançer misali saplanan tedirginlik hissiyle yutkundum. Ağladığımı fark edecek olursa bu felaketim olurdu.

VAVEYLAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin