Tesadüfler

384 38 0
                                    


''Ah, ciddi olmazsın!'' diye kendi kendime söylenerek camdan dışarı baktım. Okyanusun üzerindeydik. Kaç saat geçmişti sahiden? Az ilerdeki ekrana bakınca neredeyse New York kıyılarına gelmek üzere olduğumuzu gördüm. ''Bu bir şaka olmalı...'' diye düşündüm, gerçekten bu kadar uzun ve ağır mı uyumuştum. Aslında son birkaç haftadır başıma gelenlerden sonra böyle uyumam beni şaşırtmamalıydı. Sadece zihinsel olarak değil, fiziksel olarak da tükenmiştim artık. Yeni bir yaşam için heyecanlanmaya enerjim bile kalmamıştı.

 Bir süre sonra uçak alçalmaya başlamıştı bile. İlk gelişim değildi ama manzarayı yukardan izleyebilmek isterdim,fakat hava bulutlu ve sisliydi. Uçaktan inişimi, otobüse transfer oluşumu, eve girişimi hiçbir zaman hatırlayamadım, bunlar sırasında ya uyuyor ya da fiziksel olarak ayakta ama zihnen uykudaydım. Bir daha uyandığımda saat akşam üzeriydi. Eve geldiğimden beri 15 saat geçmişti ve tamamında uyumuştum, uçak ve ev arasındaki zamanı saymıyorum bile. ''Ne oluyor bana böyle?'' diye düşünerek ev arkadaşımın yanına mutfağa gittim ve kendime kahve hazırlarken onunla sohbet etmeye koyuldum. İnternet üzerinden baya konuşmuş olsak da bu farklıydı. 


''Bana hiç bu kadar uykucu olduğundan bahsetmemiştin!'' dedi ve ben de bir kahkaha patlatarak:

''Aslında bunu ben bile bilmiyordum, hem de 30 senedir.'' 


Bunu deyince tuhaf gelmişti, kendimi gerçekten yaşlanmış hissetmiştim. ''Hmmm, peki ben geldiğimden beri ne yaptın?'' Jessie omzunu silkip:

''Aslında hiçbir şey'' diye mırıldandı. 

''Sadece birkaç komşumuz ziyarete geldi, bilirsin ya bir şeyleri eksikmiş ayrıca tanışmak istemişler. İki erkeklerdi... Ne dersin, biri sana, biri bana?'' 

Gergin bir şekilde gülerek:''Aman kalsın, ben almayayım'' diye yanıtladım. Biraz daha konuştuktan sonra mutfaktaki eksikleri belirleyip alışverişe çıkmaya karar verdik.Kapıdan çıkarken Jessie'nin bahsettiği ikiliye rastladık. İçimden:''Gerçekten de bunları mı beğendi bu?'' diyerek hayıflandım. 

İlk günümden sonraki bir hafta gerçekten de çok çabuk geçti, yeni sokağa,eve ve ev arkadaşıma alışmıştım bile. Sonunda doktoramı yapacağım üniversiteye gideceğim gün gelmişti. Hava gerçekten de çok sıcaktı ve pek de tarzım olmayan bir şekilde elbise giyerek çıktım dışarı. Kendi kendime:


''Bravo, ilk günde de geç kalmayı başardın'' diye söylendim. 


Jessie'nin ısrarlarına rağmen kahvaltıyı okulda etmem gerekiyordu. Neyse ki yollar açıktı ve çabucak okula vardım. Önce Türkiye'deki hocalarımdan birinin arkadaşı olan profesörü görmeliydim. Ancak erkenci(!) olduğum için profesörü yerinde bulamadım ve mahcubiyet duygusuyla kafetaryaya doğru ilerledim. Çok erken olmamasına rağmen etraf pek tenhaydı. Sipariş vermek için kasaya yaklaştım. Tek bir çalışan vardı ve zaten birisiyle ilgileniyordu, ben de etrafı gözlemlemeye koyuldum. Yanımdaki müşteri konuşmaya başladığında dejavu olmuş gibi hissettim. Sesi gerçekten de tanıdıktı. 

''İnsanlar gerçekten de birbirine benziyor, kilometreler öteden bir tanıdığıma benzeyen bir ses.'' diye içimden geçirdim. 

Sıra bana gelince hemen yiyeceklerimi alıp bir köşeye geçip haber sitelerine göz atarak yemeye koyuldum. Yerimden kalkarken neredeyse hiç paramın kalmadığını farkettim, tabi ki apar topar kendimi dışarı atarsam olacak buydu, asla planlı olmayı öğrenemeyecektim. Bankamatiklerin oraya geçtiğimde boş olandan hemen para çektim. Bir an gözüme yerde duran bir kart çarptı ve az ilerideki adamın düşürmüş olabileceğini tahmin ettim. 

''HEY!!! BAYIM.... UMMM'' 

Neyse ki ben daha saçmalamadan adam arkasını döndü:'

''Bana mı seslenmiştiniz?''

''Evet...Bu kartı yerde gördüm, sizin olabilir mi acaba?''

Adam bana doğru gelmeden önce cüzdanını kontrol etti ve seslice iç geçirdi:

''Ahhhh çok dikkatsizim, gerçekten teşekkür ederim''

Bana doğru yaklaştıkça daha tanıdık geliyordu yüzü, ve kalbimin çarpıntılarının hızlandığını, içimi bir sıcaklık ve mutluluk kapladığını hissediyordum:

''Acaba siz...''

Elimden kartı almaya yöneldi, gözlerim hiç bakmadığım karta kaydı:

''MICHAEL G CLIFFORD''

Ağzım hafifçe açılmış ve gözlerim büyümüştü, cümlemi tamamlayamamıştım.

''Evet ben...kartımı düşürmüşüm, çok teşekkür ederim'' 

Bir an silkelenip kendime geldim:

''Demek istediğim, siz Mich-''

''Evet, ismim Michael, sizinle tanıştığıma memnun oldum, bu iyiliğinizi nasıl öderim bilemiyorum.'' 

Saatine baktı ve:

''Ah geç kalıyorum, ilk günden kötü bir izlenim bırakmamalıyım.'' diye geveledi ''İyi günler dilerim ve gerçekten de size minnettarım.'' diye sözlerini tamamladı ve ben sadece:

''Ama...İyi günler size de'' dediğimle kaldım.

Acaba rüya görmüş olabilir miydim? Yani Michael neden Avustralya'dan kalkıp buraya gelsin, hem de öğrenci olmak için? Sadece isim benzerliği miydi, ama hayır, o gözleri unutabilmem mümkün değildi, sesi ise aynıydı,aksanı keza.... Aklımı kaçırmadan kendime ayrılan masaya gitmeliydim, merdivenleri çıkmaya başladım, tek istediğimse bir an önce eve gidip bunları rahatça birine anlatabilmekti. Kata geldiğimde tüm bunlar yetmezmiş gibi profesörü sinirli bir şekilde konuşurken buldum... Bu gün nasıl bitecekti?

Son Şans || Michael CliffordWhere stories live. Discover now