Küçük Kalpler

119 6 6
                                    

"Aman Allahım" dedim kendi kendime,

"Ben ne yaptım?"

Michael'ı daha doğru dürüst tanımıyordum ve buna rağmen evlenme teklifini kabul etmiştim. Peki şimdi ne olacaktı? İkimiz de bu konuyu ertelemeye çalışıyorduk dün tarihleri yeri vs... bunlardan hiç bahsetmiyorduk. Altı sene çıktığım adam tarafından yüzüstü bırakılınca her ne olursa olsun kimseye güvenim kalmamış gibiydi. Michael bana güven verse de emin olmam çok zordu. Ayrıca hala birbirimize katlanamadığımız zamanlar oluyordu ve yüz bininci defa söylediğim gibi baş edilmesi zor bir insan olduğunu görmek zor değildi. Bir süredir çok konuşmamıştık hatta sanırım bugün hiç mesaj bile atmamıştık. Yerimden doğrulup telefonumu elime aldım ve ona bir mesaj attım,

"Merhaba sevgilim"

Bilgisayarımı açıp notlarımı okumaya koyuldum ama bugün daha stresli yapmıyordu. Ayrıca düşünmem gereken bir sürü şey vardı. Bizimkilerin borcu faize binmişti ve benim kazandığım para da yetmiyordu. Tüm bunların arasında erkek arkadaş tribi yiyince iyice sinirleniyordum. Bu yüzden birkaç gündür konuşmamıştık, zaten o da bana katlanamıyor gibiydi. Okuldayken kavga etmiş gibi olmuştuk, neyse ki Bora saçmalayarak gerginliği uzaklaştırmıştı. Tüm bunların etkisiyle gözyaşlarımı tutamadım, her şey çok fazlaydı,

"Keşke hiç büyümeseydim" diye mırıldandım karşımda duran çocukluk fotoğrafıma bakarak. O gün Burak ile hayatımızda ilk kez İstanbul'a Bu gitmiştik, onun babaannesinin çiftlik evinde kalmıştık. En büyük olay ise dayımın bize sürpriz yapıp bizi Tatilya'ya götürmesiydi, bu o zamanlar hele ki İstanbul dışındaysanız sizi en havalı çocuk yapan şeydi ve bir süre Burak ve benim havamdan geçilmiyordu.

Boston bana çok fazlaydı, İstanbul da öyleydi, ben doğduğum küçük köye dönmek istiyordum, bunun için çok şey verebilirdim. Telefonumun titremesiyle düşüncelerimden sıyrıldım,

Michael:Merhaba, ne yapıyorsun bakalım?

Gülümsedim, beni merak etmişti

Didem: Çalışmaya çalışıyorum ama doğrusunu söylemek gerekirse çok zor... Brown hayatımı zehir ediyor

Michael: Bir ortak nokta daha, kız arkadaşım olmaya ne dersin

Günlerdir ilk defa gülmüştüm,

Didem: Düşünmem gerekiyor

Michael: Seni almaya gelene kadar düşün

Bunu görmemle tüm dertlerimden arınmış gibi olmuştum. Gece orada kalacağıma emin sayılırdım o yüzden yanıma kıyafet aldım ve Jess'in dolabının üzerine bir not yapıştırdım, çok sürmeden telefonum çaldı ve aşağıya indim.

Pania

Artık babam hiç gelmiyor ve çok üzülüyorum. Ama bunu kimseye söylemiyorum çünkü başkaları da üzülür. Babamın yerine evimizde başka birisi oluyor ve annemle çok iyi anlaşıyorlar. Michael ve Didem gibiler, bu arada Didem'in ismini öğrenmem çok zaman aldı. Bazen unutup Dee diyorum. Başka bir yerden geldiği için bizim dilimizden başka dili de konuşuyormuş. Annemle babam da başka bir dil konuşurdu, babam biraz öğretmişti.

"aroha ahau ki a koutou, rangatira" (seni seviyorum prenses)

Gece uyumadan önce bana hep bunu söylerdi. Ona da babaannem öğretmişti. Sanırım babaannemden bana öğretmesini isteyeceğim böylece babamı özlediğimde kendi kendime o dilde konuşurum.

Son Şans || Michael CliffordWhere stories live. Discover now