Wasting Time

61 7 6
                                    

Onu görmeye, onla ilgili en ufak bir şey duymaya tahammülüm kalmamıştı. Her ne var ki onu her an hissedebiliyordum ayrıca okulda sürekli görüyordum. Kardeşimle telefonda konuşurken Bora ve Andrew içeri girmişti, ne yazık ki Michael ile ilgili konuşuyordum ve Bora bunları duymasa da olurdu.

"Onunla konuşmuyoruz hocam"

"Final notunu ben değil Bay Brown belirleyecek Bora"

"Bu da ne demek şimdi, biz sadece yaptıklarını onaylamıyoruz, bir de bu mal kalkıp bize adamlık dersi vermeye kalkışıyordu"

"Her neyse, ne için gelmiştiniz?"

Dersteki soruları anlamamışlardı, ikisi de geçme sınırında olduklarından derse iyice asıldıkları belliydi.

Onlar gittikten sonra telefonumu elime aldım,

Emre: Bu akşam nereye gidiyoruz güzellik?

Beni hep böyle çağırırdı, gülümsedim çünkü onu gerçekten özlemiştim. Burak onunla görüştüğüm için benimle konuşmuyordu, bu konuda bir şey yapmalıydım çünkü en yakın arkadaşımdı o. Emre ise Burak'ın benden hoşlandığını, başkasıyla görmeye dayanamadığını söylüyordu, bence kıskandığından bunu diyor.

Akşam Boston'ın en lüks restoranlarından birine gittik, böylesine bir yere çok daha varlıklı olan Michael ile bile gelmemiştim, açıkçası onun zevkine pek hitap etmiyordu.

Manzarası harika olan rahat bir yere oturduk, neyse ki Emre ile önceden lüks restoranlara gittiğim için menüyü anlamakta sıkıntı çekmedim. Hafif bir şeyler ısmarladım. Emre elimi yakaladı ve öptü,

"Sana yaşattığım her şey için bin özür dilerim"

Cevap vermeden ve gözlerimi camdan ayırmadan hafifçe gülümsedim.

Emre içeceklerimizi ısmarladı, en sevdiğim sıcak şaraptan istedi

Bensiz hayatın zorluğunu ve anlamsızlığını anlattı. Hatalarından pişman olduğunu söyledi.

Onu affetmiştim ama bir yandan da bana çektirdiklerini unutmamıştım.

"Emre biraz zamana ihtiyacım var"

"Ben seni bekleyeceğim güzellik."

Tekrar gülümsedim, o yanımdayken gerçekten mutluydum, hatta ihtiyacım olanın bu olduğuna karar vermiştim.

El ele tutuşarak dışarıya çıktık. Flaşlar patladı. Artık umursamıyordum.

Kimi kandırıyordum?

Calum

Michael beni kaç kez aradıysa da cevap veresim gelmemişti. Bana yaptığının aynısını o kadına yapmıştı, onu yarıyolda bırakmıştı.

"Babacığım seni Mikey yani Michael arıyor değil mi?"

"Eeee şey..."

"Evet açma lütfen! O bizi unuttu, farklı birine dönüştü. Artık arkadaşım değil, ben Didem'i geri istiyorum"

Gülmeye başladım, onunla hiç tanışmamıştı bile

"Ne zaman ağlasam onunla konuşurum ve beni çok mutlu eder"

Kalbime bir şey saplanmıştı, ne ben ne de annesi kızımızı mutlu edebiliyorduk.

"Niçin ağlıyorsun peki tatlım?" Onu kucağıma aldım, yüzüne düşen perçemini arkaya attım.

"Çünkü şey... başım ağrıdığı zaman. Kötü çocuklar çok ses çıkarttığında başım ağrıyor ben de ağlıyorum"

Şimdi de ben ağlayacaktım ama kendimi tuttum. Ashton arıyordu, buna ihtiyacım vardı

"Bize gelsenize kardeşim, konuşacaklarımız var"

Aklıma bu yağmurlu havada yapacak daha iyi bir şey gelmediği için davetini kabul ettim.

"Star, nerdesin?? Aaa merhaba bebeğim!"

Pania Ashtonların köpeğine çok düşkündü, genel olarak hayvanları seviyordu ve bu harikaydı.

"Bu adam tam bir şeref yoksunu"

Kafamı salladım,

"Biliyorum"

Ashton hafifçe güldü,

"Beni kandıramazsın Hood, geçen ay aranızdan su sızmıyordu"

"Her neyse" dedi Gemma, neyse ki kocasının boş boş konuşma huyunu biliyordu.

"Karen çok kızgın, biz onlardayken telefonda Michael'a bağırdı, Didem ile barışmadan bu eve gelemeyeceğini söyledi."

"Anlamıyorum Ash, kimse Didem ile yüz yüze görüşmedi ama herkes ona bağlandı..."

"Çünkü çok içten ve etrafa pozitif enerji yayıyor. Telefondan bile"

"Sanırım haklısın Gemma. İşte bu yüzden özellikle Karen ona çok bağlandı. Umarım bu uğraşı boşa çıkmaz. Gerçi Michael aptalına bu kadın fazla ama olsun- yani çok iyi bir insan anlamında dedim hayatım" Karısının elini tutmuştu, anladığıma göre bugünlerde fazla sinirleniyordu.

Konuyu acilen değiştirdim çünkü grubun dağıldığı zamanları bir daha hatırlar gibi olmuştum.

Luke: Calum, bana çok tuhaf bir mesaj geldi

*Görüntü*

Ne demek sevdiklerimden öcünü alacak? Lütfen dikkatli olun.

Michael

Onsuz olmuyordu.

Ama onu sonsuza dek kaybetmiştim.

Asıl sevdiği adamla mutluydu.

Ve ben bir şey yapamıyordum.

Marcus aradığında Jess'i hamile bıraktığını ve ne yapacağını bilemediğini söyledi.

Keşke Didem benimle olsaydı.

Bizim de çocuklarımız olabilirdi.

Shirley beni sarhoş anımda baştan çıkarmış ve kameralara yakalanmıştık.

Bu bilerek yapılmış bir şeydi.

Kim neden yapmıştı?

"Michael, lütfen Jess ile konuş kesinleşmiş mi?"

Evlerine gittim.

Kapıyı çaldım.

Kimse yoktu.

Elimde anahtar vardı.

Açtım.

Gitmişlerdi.

Etraf dağınıktı.

Jess'in odasında bir hamilelik testi duruyordu

Sonuca baktım.


İki çubuk.

Arkamda komşularını gördüm.

"Hamile olan bayıldı, apar topar gittiler"

"Jess?"

"Evet oydu!"

Marcus'ın numarasını çevirdim, durumu özetledim -hala nasıl yaptım bilmiyorum- ve hemen arabama atladım

İşlerin kızıştığı bölüm o oo oo o

Artık daha sık update etmeliyim

A bir de yılbaşı özel bölümü olacak tabii:):)))

Yorumları bekliyorum

Son Şans || Michael CliffordWhere stories live. Discover now