And I'm In Love With You

273 22 20
                                    

Önemli bir not:

Bu hikayede Michael kendine güvensiz biri, bu yüzden her şeyine kusur buluyor, yüzünü, karakterini, kilosunu beğenmiyor. Hikayede kendine güvensizlik konusuna değinmek istiyorum, Michael'ın kendiyle ilgili memnunsuz düşünceleri o şeylerin kötü olması demek değil. Hem Michael hem Didem kendilerine değer vermeyi öğrenmeye çalışacak. Bu yüzden buradaki olumsuz düşünceleri gerçek algılamayın, zamanla onların aslında ne kadar normal ve güzel olduğunu farkedeceğiz, hem Michael, hem Didem, hem de biz.

İyi okumalar!

Dayanamıyordum. Liam'da olup bende olmayan ne vardı? Bende olup Liam'da olmayan ne vardı diye sormak daha doğru olurdu aslında, ne de olsa ilk sorunun cevabı fazla uzundu.

Öyleyse bu soruyu cevaplayayım: Sinirli bir karakter, yıpranmışlık, kocaman bir göbek, sevimsizlik vs.

Didem'e Liam'ı benden daha çekici bulduğu için kızmamalıydım, gerçek buydu ne de olsa. Elbet bir gün bu "Ben bir daha kimseyi sevemem." ayaklarını bırakacak ve birine aşık olacaktı, bu birisi de ben olmayacaktım. Onunla bir hayat kuracaktı. İşte bu beni mahvediyordu, ona delice bağlanmıştım, başka birisiyle bir gelecek düşünemiyordum, her şeyiyle seviyordum onu. Keşke onun için yeteri kadar iyi olabilseydim.

Grup dağıldıktan sonra insanlarla ilişkimi olabildiğince azaltmaya çalıştım. Ne de olsa grup sayesinde etrafımda fazlasıyla sahte insan birikmişti, hepsinden kurtulmam gerekiyordu. Avery ile ayrılınca da etrafıma üşüşecek olan kadınları uzaklaştırdım, kesinlikle kimseyle uğraşmak istemiyordum. Gel gelelim ki şimdi de birine aşık olmuştum. Şu ana kadar kimseye böyle duygular hissetmediğimi farkettim. Onun düşüncesi bile beni bulutların üzerindeymişim gibi hissettiriyordu, kalbimdeki ağırlık kalkıyordu ve kuş gibi hafif hissediyordum. Ona duyduğum sevgiyi tarif etmek için kelime bulmak gerçekten zor.

Bugün ders anlatırken çok güzeldi. Her an çok güzeldi aslında. Bir şeye dikkatini verdiği zaman iyice çekici oluyordu. Dersi hep pür dikkat dinleyen ben, Didem anlatınca hayallere dalmaktan bir şey anlayamamıştım. Bir ara bir şey sormak bahanesiyle sadece ona daha yakın olmak için tahtaya kalktım. O güzel kokusunu içime çekmek isterdim ama ancak az öteden duyabiliyordum. Ben tahtaya bir şeyler çizerken gözünü kısıp alt dudağını ısırarak anlamaya çalışıyordu. Sorumun üzerine alt dudağını büzerek düşünmeye koyulmuştu, o an ona sarılıp öpmek istemiştim. Her şeyine destanlar yazabilirdim, süt beyazı tenine kahverengi-kumral hafif dalgalı saçlarına, neredeyse siyah olan gözlerine...

O küçük Bora beni sinir etmişti, tamam memleket sevdanı anlarım ama resmen Didem'e yürümüştü, ve kim bilir neler söylemişti. Türkçe bilmiyor olabilirdim ama Bora gibilerini iyi biliyordum.

Türkçe demişken... Herkes en tutkulu dilin Fransızca olduğunu söyler. Kimisi İspanyolca der. Bence Türkçe... Çünkü Didem o dili konuşuyor. Tek kelimesini anlamamış olmama rağmen onu sonsuza kadar dinleyebilirim, öyle güzel ki. Laptopumu açıp başlangıç seviyesinde Türkçe derslerine göz gezdirdim. Belki onun dilinde az da olsa konuşmam Didem'i mutlu eder, hatta benden hoşlanabilir bile. Onu mutlu edebilmek bana yeter, klişe olacak ama gülüşünü dünyalara değişemem.

Biraz Türkçe çalıştım, kendimi tanıtmayı, ve yemek ısmarlamayı öğrenmiştim, yani sanırım.

Telefonumun sürekli titremesiyle dikkatim dağıldı, mesaj grubundan bildirim geliyordu.

Bora: Ben karar verdim millet, bugünkü dersi anladığıma göre artık dereceye oynayabilirim.

Mason: Bence biraz hızlı gidiyorsun

Son Şans || Michael CliffordWhere stories live. Discover now