B İ R

11.2K 763 239
                                    

"Ah şu yalnızlık kemik gibi ne yana dönsen batar." Cahit Zarifoğlu


Adam derin bir nefes alıp "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm." diye geçirdi içinden. Sonra da mümkün olabildiğince sakin olmaya çalışarak "Bakın Mehmet Bey, ben uluslararası hukuk avukatıyım. Şu anda da çok önemli bir davanın üçüncü duruşması için hazırlanıyorum. Davanızla ilgilenmeye ne vaktim ne de enerjim var. Üstelik az evvel de söylediğim gibi ben uluslararası hukuk alanında çalışıyorum." diye konuştu. Lakin hattın diğer ucundaki adam ısrarla gönderdiği dosyalara göz atmasını rica ediyordu. En sonunda "Mehmet Bey, açık konuşayım. Şimdi gidip bahsettiğiniz dosyalara bakarım fakat davanızı üstlenmem gibi bir durum söz konusu değil. Bu kısımda anlaşabilirsek dosyalarınızı inceledikten sonra size yardım edebilecek bir meslektaşımı öneririm. Buna ne dersiniz?" dedi. Eğer burada da orta yolu bulamazlarsa adamın suratına telefonu kapatmaktan başka yapacak bir çözümü kalmayacaktı. Çok şükür ki adam bu fikri onaylayıp bin bir teşekkürle telefonu kapatmıştı.

Hızlı bir u dönüşü yapıp trafikten sıyrıldı. Odasında kapağını bile açmadan bıraktığı dosyaları almaya giderken akşam yemeğine zamanında yetişip yetişemeyeceğini hesap etmeye çalışıyordu. Daha işin içinden çıkamamıştı ki geleceği yere vardı. Arabaların giriş çıkışı için olan yolların ortasındaki küçük kulübeye yaklaşınca yavaşlayıp camını indirdi.

"Hayırdır inşallah Harun Bey. Bir şeyi mi unuttunuz?"

"Öyle oldu diyelim Demir Abi. Birkaç dosyayı almak için geldim."

Güvenlik görevlisine eliyle selam verip kampüse girdiğinde soğuk havanın etkisini göstermeye başladığına memnun oldu. Her zaman gürültücü ve gereğinden fazla samimi öğrenci gruplarının işgal ettiği çardaklar bomboştu. Arabayı binanın önüne park edip dışarıya çıktı. Daha ilk anda Ankara'nın kesif ayazı acımasızca üstüne çullanınca paltosunun yakasını kaldırıp acele adımlarla binanın girişine yöneldi. İçeri girdiğinde binanın da dışarısı kadar olmasa da soğuk olduğunu fark etti. Çok oyalanmadan akşam yemeğine yetişmeyi aklına koyup odasının olduğu kata doğru çıkmaya başladı. Bütün koridorlar adeta bir korku filminden fırlamışçasına karanlıktı fakat camlardan giren sokak lambalarının donuk ışığında nereye gittiğini açıkça görebiliyordu. Odasının olduğu koridora dönmeden önceki son koridordaydı. Odalardan birinin aralık kapısından kirli sarı bir ışığın yayıldığını fark edince tek kaşını kaldırdı.

Oda Hakan Fırıncıoğlu denilen bir soysuzun odasıydı. Genç adam yüzü kararırken adımlarını hızlandırdı, zira o şerefsize harcayacak bir dakikası bile yoktu.

"Kapıyı kapat, lütfen."

Adamın kulak tırmalayan sesinde ricadan çok bir emir gizliydi. Neler olduğunu anlayamayarak adımlarını biraz yavaşlattı Harun.

"Böyle kalmasını tercih ederim. Beni kayıt dondurma mevzusu hakkında çağırdığınızı söylemiştiniz. Sizi dinliyorum."

Genç adamın duyduğu ikinci sesle yüzü daha da fazla karardı. Onun gözünde kadınlar iki sınıfa ayrılırdı. Sinsi olanlar ve saflık derecesinde aptal olanlar. Ancak şimdi konuşanın hangisine dâhil olduğunu anlamak imkânsızdı. Bu kadının gecenin bir vaktinde hiç kimse ortada yokken şerefsizliğiyle fakültede nam yapmış bir adamın odasına gelmesini hangisine yorması gerektiğini çözemiyordu.

"Ne kadar da acelecisin böyle. Önce üstündekileri çıkartıp otur, sonra rahatça konuşalım."

Adamın sesinden bile okunan hayâsızlık yumruklarını sıkmasına neden olurken ne yapması gerektiğini bilmeyerek dikilmeye devam etti. Yürümeyi çoktan bırakmış ardına kadar açık kapının bir adım ötesinde duruyordu.

HasbelkaderWhere stories live. Discover now