A L T I

5.4K 612 73
                                    

Bu bölüm, her yazdığım bölüme çok tatlı ve içten yorumlar yapan iki Azeri güzele ithaf edilmiştir. Teşekkür ederim @1hesenova @tunzale_z

"Çaresizlikten ölünce insan, hiçbir kan tahlilinde, hiçbir röntgende bir şey çıkmaz. Çaresi tükendi öldü demek yerine, vadesi geldi öldü denir, sonra da geçip gider." Tarık Tufan

Bu üçüncü gündü. Sabah namazında camiden döndüğünde kahvaltısını ve küt saçlı karısını, mutfakta sabırla beklerken bulduğu üçüncü gün. Evli bir adam oluşunun da üçüncü günüydü. Ona verdiği izne rağmen Adeviyye'nin yanında örtünmeye gerek duymaması onu fazlasıyla mutlu ediyordu. Gelirken yakınlardaki fırından aldığı sıcak ekmekleri masanın kenarına bırakıp genç kadının karşısına oturdu.

"Esselamu aleyküm." dedi kadının yüzüne bakarak. Sonra dinlemeyi çok sevdiği o sesten cevabını dinledi. Besmele çekip çayından bir yudum aldıktan sonra "Her sabah bana kahvaltı hazırlamak için kalkmana gerek yok, Adeviyye." diye başladı konuşmaya ama karısının sabah güneşinde kızıla çalan gözlerini kaldırıp "Biliyorum." demesiyle sustu. "Gerek olduğu için hazırlamıyorum zaten."

Harun, içinden bu kısa cümlenin 'Gönlümden geldiği için hazırlıyorum.' diye tamamlandığını hayal edip sevindi. Birlikte açık pencereden gelen kuş cıvıltılarını dinleyerek kahvaltılarını bitirdiler. Adeviyye masayı toparlamaya başladığında Harun da hazırlanmak için eski odasına çıktı. Fakülte tatilde olduğu için vaktinin çoğunu şahsi olarak ilgilendiği davalar üzerinde çalışarak ya da Tefekkür'de geçiriyordu. Basit bir kazak ve kot pantolon giyip sırt çantasını omzuna astı. Cüzdanını ve anahtarlarını da cebine koyduktan sonra telefonunu alıp yeniden aşağı kata indi. Adeviyye mutfağı toparlamış onu yolcu etmek üzere kapının ağzında bekliyordu. Spor ayakkabılarını çıkarmış kapının önüne koymuştu.

Harun karısının bu en basit işleri bile onun için yapmasına her seferinde şaşırıyordu. O böyle yetiştirilmemişti. Üç kız kardeşi olmasına rağmen annesi onu kayırmamış ve esas olması gerektiği gibi yetiştirmişti. Kendi suyunu alır, kendi ayakkabılarını siler ve bundan da rahatsız olmazdı. Bir kere onun için zaten doğru olan buydu. Kendi söküğünü bile kendisi diken bir Peygamber'in (sav) ümmetindendi o.

"Adeviyye, ben alırdım ayakkabımı. Seninle bana hizmet et diye evlenmedim ben."

Genç kadın yüzüne bakıp "Öyle bir düşüncem olmadı zaten." diye mırıldandı.

"Evin her işine koşmak zorunda değilsin, bunu da biliyorsun değil mi? Adeviyye artık bu evin bir mensubusun, annemin bir kızı da sensin. Kendini zorlama."

Karısı bakışlarını ondan kaçırıp önüne eğdiğinde Harun sıkıntıyla iç çekti.

"Sizin bütün yaptıklarınızdan sonra, bu yaptıklarımın lafı bile olmaz."

Adamın içi üzüntüyle kabarırken bu konuyu ayaküstü çözemeyeceklerini anladı. "Bunu sonra konuşacağız Adeviyye. Şimdi ben çıkıyorum, öğlen gelirim hastaneye geçeriz. Allah'a emanet." diye ekledi bakışlarını karısından ayırmadan bir yandan da paltosunu alıp giyiniyordu. Onun "Sen de." demesinden sonra da ayakkabılarını giyip arabasına geçti.

Tefekkür'ün önüne gelince arabayı durdurdu fakat içinden çıkmak için bir hamlede bulunmadı. Camdan dükkanın önündeki vitrini yıkamakla uğraşan çocuğu izliyordu.

"Sıçayım böyle işe! Madem bu soğukta cam yıkatacaktınız, niye o gece donmama izin vermediniz, anasını satayım bundan daha acısız olurdu!"

Turuncu kafa, kendi kendine söylenirken bir yandan da camın lekeleriyle uğraşıyordu. Buldukları geceden sonra gayet öfkeli ve ters olduğu ortaya çıkan çocuğun gidecek bir yeri olmadığı için geçici bir çözüm olarak Tefekkür'de adam gibi çalışması karşılığında kalması kararlaştırılmıştı. Yine de bu asiliği Harun'u çileden çıkartmaya yetiyordu. Erkam'sa onun bu hallerinden tuhaf bir şekilde zevk alıyor gibiydi.

HasbelkaderWhere stories live. Discover now