Y E D İ

5.3K 580 31
                                    

Hayırlı bayramlar

"Şimdi bir aşk sayhası salacağım havalara,

Derler ki bu adam isyan basıyor damarlara." A. Cahit Zarifoğlu

Günler, bilinmezliğin pençesinde karanlık, şüphenin avucunda soğuk sürüp giderken tüm hayat solmuş gibiydi Adeviyye'nin gözlerinde. Halil Yasin'i gördüğü günden beri her saniye biraz daha kayboluyordu sanki. Yitip gidiyordu. Ama ilk günkü gözyaşları derin bir sukûnete bırakmıştı yerini ve hiç bitmeyen dualara.

Ayrılamadıkları hastane koridorunda çaresizce oturan karısına daha büyük bir çaresizlikle baktı Harun. Sonra elindeki kahve bardaklarıyla onun yanına gidip oturdu. Az önce Erkam'la Müberra'yı göndermişti. Elindeki bardaklardan birini Adeviyye'ye uzattı. Onun bu suskunluğu mahvediyordu adamı ama sözlerinin de en az suskunluğu kadar yakıcı olduğunu bildiğinden sadece bekliyordu.

Uzattığı bardağı alan kadını izlemeye durdu. Onun görmeden bardağın içinde kaybolan bakışlarını, iki avcuyla içini ısıtmaya çalışırcasına sarıldığı kağıt bardağı zihnine kazırcasına seyretti. Acının insanı büyüttüğünü görmüştü Harun şu kısacık iki günde. Küçük bir kız çocuğunun nasıl kanadı kırık bir kadına dönüştüğüne şahit olmuştu.

"Babamı hiç hatırlamıyorum ben, annemse hatıralarımda ablamla beni doyurabilmek için gecesini gündüzüne katan solgun ve hasta bir kadından öteye gidemiyor. O da çok dayanamadı zaten birkaç sene içinde hastalığı ağırlaştı. Sonra akrabalarımızın yanında kalmaya başladık. Birkaç ay bir yerde, birkaç ay başka yerde göçmen kuşlar gibiydik. Hiçbir yerde tutunamayan göçmen kuşlar..."

Adeviyye duraksadığında Harun onun dalıp gittiğini düşündü. Kadın gözlerini diktiği yerden çekip elindeki bardağı yanına bıraktı ve derin bir nefes aldı.

"Ablam annemdi benim, babamdı. Birbirimizden başka hiç kimsemiz yok gibiydi. Bizi okutmak istemediler. Ablam okuyamadı ama benim okumam için her şeyi yaptı. Başardı da... Ben okula giderken, o nerede kalıyorsak o evin işlerini görüyor, neredeyse bir köle gibi çalışıyordu. Hiç söylenmedi ama, hiç sızlanmadı. Bir kere olsun senin yüzünden Adeviyye demedi bana. On altı yaşına gelince istemediği halde evlendirdiler onu. Varlıklı, dul bir adamla..."

Sonra sesi titredi karısının, gözleri doldu. Adam, kadındaki hüznün her zaman daha derinden kaynaklandığını hissetmişken şimdi bunun hakikat olduğunu duymak yine de yaralıyordu onu. Uzandı, büyük ve sıcak elini, karısının kucağında birleştirdiği minik ve soğuk ellerinin üzerine bıraktı.

"Mehir olarak ne istedi biliyor musun? Benim her türlü maddi ihtiyacımın karşılanmasını... Kendisi korkunç bir esarete mahkum olurken, beni özgür bıraktı. Evlendiği adam kötü biri değildi ama çok yaşlıydı. Çok fazla akrabası yoktu, önceki eşinden çocukları da olmamıştı. Bize hep iyi davrandı. Ama ablam mutlu değildi. Dedesi yaşında olan adama şefkat duyduğunu anlayabiliyordum, hatta bir yerde beni rahat ettirdiği için ona minnettardı da ama hiçbir zaman onu bir kadının kocasını seveceği gibi sevmedi. Hatta akşam odalarına giderlerken ablamın yüzünde oluşan o can yakıcı ifade hiç aklımdan çıkmıyor."

Adeviyye yüzünden akan bir damlayı silmek için ellerinden birini, adamın elinin altından çıkarınca Harun elini çekip çekmemek konusunda kararsız kaldı. Zira hassas bir konunun tam ortasındaydılar. Ama o daha ne yapacağına karar veremeden, Adeviyye kucağındaki elini avcu yukarı bakacak şekilde çevirdi, yüzünü sildiği elini de geri indirdi ve adamın büyük elini avuçlarının arasına sarmaladı. Harun göğsünün sol tarafının teklediğini hissetti. Bakışları Adeviyye'nin yandan gördüğü simasında dolaşıyor, hüzne bulanmış narin hatlarını gözleriyle okşuyor ve ta derinlerinden kopup gelen onu içine koyup tüm acılardan saklama arzusuyla mücadele ediyordu.

Adeviyye ise bakışları avuçlarının arasındaki uzun ve güçlü elde, parmaklarıyla el sırtındaki belirgin damarları takip ediyordu. Bunu yaparken sanki ezelden beri yaptığı bir şeyi yapar gibi sakin ve dalgındı. Harun kendi avcunun içindeki minik avcu daha da sıkı kavradı. Bu kadar yükü o incecik omuzların nasıl taşıdığını yine de anlayamadı.

"İki buçuk sene sonra ablam daha on sekizindeyken dul kaldı. Başımızı sokacak bir ev ve kendimize bir süre yetecek kadar para kalmıştı bize. Ben hâlâ lise öğrencisiydim. Ablam bu dönemde ilkokulu ve ortaokulu dışardan bitirdi sonra hafızlık için çalışmaya başladı. O süreçte Diyarbakır'ın merkezinde bir apartmana taşınmıştık. Karşı dairemizde oturan genç bir adam vardı. Ankara'dan gelen bir savcıydı, gel zaman git zaman ablamla tanıştılar ve elhamdülillah evlendiler. Ablam, hayatında ilk kez gerçekten Emin Abi'mleyken mutlu oldu. Ben de onları baş başa bırakmak için Ankara'ya üniversite okumaya geldim. Çünkü ablamın artık beni düşünmeden kendi hayatını yaşamasını istiyordum. Çok şükür ki çok güzel bir evlilikleri vardı. Halil Yasin doğunca da her şey çok daha güzelleşmişti."

Kadın nefeslenmek için duraksadığında Harun onun anlattıklarının sona yaklaştığını sezmişti. Lakin son kısım en zoru gibiydi sanki. Harun içindeki düğümle karısını izlemeye devam ediyordu. Birden hiç beklenmedik bir şekilde Adeviyye başını, omzuna yaslayıverdi. Eli hala narin ellerin arasındaydı.

"Emin Abi'min bazı karanlık kişilerden tehditler aldığını biliyordum, ablam da biliyordu. Ama bu Diyarbakır'a geldiği günden beri böyleydi o yüzden önemsemiyorduk. Eniştem terör örgütüne finansal destek sağlayan birkaç şirketle ilgili bir dava üstünde çalışıyordu."

Adeviyye sustu birden, gözlerini kapattı.

"Bana pikniğe giderken pusuya düşürüldüklerini söylediler." dedi sesi cam parçalarıyla doluymuş gibi, çıktığı yerleri paramparça ediyormuş gibi, yüreğini kan revan içinde bırakıyormuş gibi bir fısıltıyla. Sonra hâlâ inanamıyormuş gibi tekrar etti. "Pikniğe giderken..."

"Yasin'in o arabadan nasıl sağ çıktığını, sağ çıkabildiğini kimse bilmiyor. Rabbimin bir hediyesi işte, bir mucizesi..."

Başını biraz çevirip alnını Harun'un omzuna yasladı. "Eğer," dedi. "...eğer şimdi giderse, bu gidişi de yine Rabbim'e olacak, O'nun için ve O'nun iradesiyle. İşte o zaman, dayanmam gerekecek değil mi? Ne kadar zor olursa olsun, dayanmam gerekecek..."

Harun, o anda umumi bir yerde değilde kendi evlerinin korunaklı gölgeliğinde olmayı istedi. Çünkü o zaman karısına gönlünden geçtiği gibi sımsıkı sarılır, onun o kırılgan ruhunu belki bir parça olsun dinginleştirebilirdi. Ama sadece karısının elini biraz daha sıkıp babasının vefatından sonra ona dayanma gücü verdiği için ezberlediği ayeti hatırlayabildiği kadarıyla mırıldandı:

"Ey mü'minler! İtaat edeni isyan edenden ayırt etmek için andolsun ki sizi hem biraz korku ve açlıkla hem de mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Ey Resûlüm! Sabredenlere lütuf ve ihsanımı müjdele! Öyle ki onlar, kendilerine bir bela geldiği zaman ancak: "Biz şüphesiz her şeyimizle Allah'a aitiz ve sonunda yine O'na döneceğiz." derler." [Bakara 2:155-156]***


***bölümde ayetin tefsirli mealini ayırmadan bir bütün olarak verdim ama esas olarak şöyle:

(Ey mü'minler! İtaat edeni isyan edenden ayırt etmek için) Andolsun ki sizi hem biraz korku ve açlıkla hem de mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. (Ey Resûlüm!) Sabredenlere (lütuf ve ihsanımı) müjdele! Öyle ki onlar, kendilerine bir bela geldiği zaman ancak: "Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aitiz ve (sonunda) yine O'na döneceğiz." derler. [Bakara 2:155-156]

(Çünkü gelen her türlü afet ve musibet, Allah'ın bilgi, irade ve takdiri dâhilindedir. Sabretmek ise, insanın Allah'ın takdirine boyun eğmesi ve günah teşkil eden arzularına engel olmasıdır.)

*Bu ayetlerin buradaki açıklamaları, Dr. Hasan Tahsin Feyizli'nin yazmış olduğu Feyz'ül Furkan Tefsirli Kur'an-ı Kerim Meali'nden alınmıştır.


HasbelkaderWhere stories live. Discover now